SEÇİLMİŞ KENTLERİN YAHUDİ TEMSİLCİLERİ

Geçen gün kaynak taraması yaptığım sırada Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı için Nihal Esen’in hazırladığı “Cumhuriyet Dönemi Gayrimüslim Milletvekilleri” başlıklı bir yüksek lisans tezi çalışması karşıma çıktı. Ardından da danışmanlığını Prof.Dr. Erdal Açıkses’in yaptığı ve 2016 yılında kabul edilen tezi merakla incelemeye başladım. Osmanlı’nın ardından kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti Parlementosunda 1920’den günümüze değin seçilmiş kentlerin, seçilmiş gayrimüslim milletvekilleri, belediye meclis üyeleri ile senatörlerin çalışmaları hakkında detaylı bilgilerin yer aldığı tezi bir solukta okudum.
Arka zeminde doldurulması gereken konuları hatırlatan çalışmaya geçmeden önce Osmanlı’nın yönetimin biçimine ve nüfus yapısına bakmak gerektiğini düşünüyorum. Cumhuriyet dönemini, seçilmiş kentler ile Yahudi, Ermeni ve Rum milletvekilleri konusunu anlayabilmek için Osmanlı’nın imparatorluğu yönettiği sistemi, önce masaya yatırmalıyız. Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’de Osmanlı’nın devamıydı. Nüfusuyla, topraklarıyla, maddi manevi kültür değerleriyle koskoca bir imparatorluğun ulus devlete sığmaya çalışan mirasçısıydı. Cumhuriyet döneminde de Niğde, Afyon, Kastamonu, Çankırı, Yozgat, İstanbul, İzmir gibi kentler Yahudi milletvekillerinin temsiline bırakılırken nüfus yapılarıyla yerleşik kültürlerini de hatırlamakta fayda var. Kimi seçilmiş kentlere buradan bakınca kendini inkar gibi olmuş.
OSMANLI’NIN ZAMANA UYMA ÇABALARI
Seçme ve seçilme tarihimiz ise Türkiye Cumhuriyeti’nden öncesine Osmanlı’ya uzanıyor. Osmanlı’da 1876 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla birlikte 1.Meşrutiyet kabul edildi. Kanuni Esasi’ye göre yeni bir adalet sistemine geçildi. Ardından da çok dilli, çok milletli Osmanlı İmparatorluğu kurduğu Meclisi Mebusan’la parlamenter sisteme geçişin ilk adımlarını attı. Ancak her imapratorluk gibi Osmanlı’da birden fazla etnik kimlik yaşar, birden fazla dil konuşulur , birden fazla da inanç sistemi bulunurdu. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u ve Bosna’yı fethiyle birlikte “İmparatorluk Yönetim Biçimi” oluşturulmuştu. Millet sistemi ile imparatorluğun yönetimi ufak tefek değişikliklerle Meşrutiyet Dönemine değin ihtiyacı karşılamıştı.

(Tarihe ve konulara bugünün penceresinden bakarsak yanılırız. Millet Sistemi ve AHİTNAME geleneği, geniş topraklarda hüküm süren imparatorluklar için geçerli olabilir. Ancak 19.’cu yüzyıl sonrasında dünyada hüküm süren ulus devletlere bunları monte etmek anlamsız kalabilir. )
Fatih’in 1463 yılında Bosna’yı topraklarına katmasıyla birlikte hazırlattığı AHİTNAME’ye göre burayı da millet sisteminin içine katmıştı. Hatta Ahitname günümüzün yerinden yönetim biçiminin o gün için tipik örneği sayılabilir. Ahitnameye göre, Bosnalı Hristiyan din adamlarına ve halka özgürlük verilmiş. İslamiyete geçenlere de (Çoğu Bogomil inancındaki Boşnaklar idi.) pek çok ayrıcalıklar tanımıştı. 1453 yılında İstanbul’un fethiyle birlikte Osmanlı’da artık çok uluslu, çok dinli ve çok dilli bir imparatoluğa dönüşmüş. Neredeyse Doğu Roma İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü dünya coğrafyasına sınırları ulaşmıştı. Müslüman bir kraliyetin yönetimindeki imparatorluk için o dönem en uygun sistem, Millet Başı Kavramı görünmüştü. Osmanlı’nın kabul ettiği Müslüman, Rum, Ermeni ve Musevi milleti vardı. Onlarca farklı dine inanan milletler, bu sisteme göre temsilcilere bağlanmıştı. Yunan, Bulgar, Sırp, Gürcü, Anadolu’da yaşayan ve Karamanlılar olarak bilinen Türk Ortodoks Hristiyanlar, Süryaniler gibi toplumlar İstanbul’da bulunan Fener Rum Ortodoks Patrikliği’ne, “Sadıkai Millet” olarak adlandırılan Ermeni Patrikliği’de Hristiyanlığın farklı inançlarına bağlı Gregoryan, Katolik, Protestan Ermeni toplumunu içine almıştı. İspanya’dan gelen Sefaradların da sonradan dahil edildiği, Aşkenaz ve Romayot olarak adlandırılan üç ayrı Musevi grubu da İstanbul’da ki Hahambaşılığı’na tabi idi. Türk, Kürt, Arap, Afrikalı, Boşnak, Arnavut vs… imparatorlukta yaşayan müslümanlar da kimlikleri ve mezheplerine bakılmaksızın hepsi Osmanlı’nın islami yapılarına bağlıydı.

İMPARATORLUKTAN ULUS DEVLETE
Osmanlı, dünyada tam 1058 yıl hüküm süren Doğu Roma İmparatorluğunun yerine kuruldu. Kendisi de 621 yıl imparatorluğunu neredeyse aynı coğrafya üzerinde muhafaza etti. İmparatorluklar kuruluşlarıyla ve yıkılışlarıyla dünyada bir çağı kapatıp yeni bir çağı başlatırlar. Osmanlı’nın da hüküm sürdüğü sırada dünya, yeni bir çağı başlatmanın hazırlığındaydı. Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi, Amerika kıtasının keşfiyle birlikte yeni enerji kaynaklarıyla yeni sömürgelere duyulan ihtiyaç imparatorlukların da sonunu hazırlamıştı. Özellikle batılı ülkeler yeni çağı yakalamış ve birbirinin peşi sıra Rusya Çarlığı ile Osmanlı gibi , Habsburg Hanedanlığı gibi imparatorlukların geniş topraklarına göz dikmişti. Osmanlı, değişen dünya ile yeni yönetim anlayışlarına uyum kurabilmek adına 1876 tarihinden itibaren küçük adımlarla demokrasiyi yöneldi. Özellikle Tanzimat Fermanıyla birlikte döneme uygun demokratik kurumları oluşturdu. Birinci Meşrutiyetin ilanıyla da Osmanlı ilk defa parlamenter sisteme geçti. Meclisi Mebusan’da imparatorluk sınırları içinde yaşayan tüm ulusların temsilcilerinin bulunmasına dikkat edildi. Ne var ki yeni çağın haritalarını oluşturacak Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı İmparatorluğu müttefiği Almanya’nın (Habsburg Hanedanlığı) yanında katıldı. Karşısında ise Britanya’nın başı çektiği Fransız, İtalyan ve Rus ordusu vardı. Tarihin gördüğü en kanlı savaşın sonunda Rusya’da Çarlık çöktü, dünyayı iki kutba ayıran Bolşevik Devrimi gerçekleşti. Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken, ardından başlatılan Kurtuluş Savaşı mücadelesinin sonunda Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. İmparatorluğun demografik zenginliğini oluşturan nüfus, yeni dünya düzeninde kurulan ülkelere dağıtıldı. Türkiye’de İstanbul dışında yaşayan bütün Ortodoks Hristiyanlar buna Türk kökenliler de dahil Yunanistan’a gönderildiler. Ermeniler ile Osmanlı’nın müslüman tebaası arasında yaşanan olayların neticesine Çarlık Rusya’sı topraklarında kurulan Ermenistan’a önemli bir nüfus nakledildi. Pek çok Ermeni de Birinci Dünya Savaşıyla birlikte Osmanlı’dan kopan Suriye, Lübnan, Irak gibi İngiliz istihbarat elemanı Getrude Bell ile Edward Lawrence’in çabalarıyla kurulan yeni müslüman ülkelere çekilmişlerdi.
(Bugün Arap Yarımadası’nda gördüğümüz ve dünyanın en zengin petro dolar rezervine sahip küçük ülkeler Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Libya, Fas, Cezayir, Tunus gibi. Hepsi birinci dünya savaşının sonunda oluşturuldu.) Kurtuluş Savaşı, Türklerin başı çektiği müslümanlar ile Yeni kurulan Yunanistan devleti arasında olmuştu. Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden Osmanlı’nın başkenti İstanbul hemen İngilizler tarafından işgal edilmiş, Meclisi Mebusan’da kapatılmıştı. Osmanlı’nın askeri okullarının yetiştirdiği bütün parlak subaylar Mustafa Kemal’in önderliğinde halkı kurtuluş savaşı için örgütlediler. Aralarında Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Sabit Karaman, Refet Bele, Mustafa Muğlalı, Ali Fuat Cebesoy, İsmet İnönü gibi yüzlerce komutan bulunuyordu. Hatta bu dönem Gayrimüslim grup içinde Sadikai Ermeni milletinin yerini Yahudi-Musevi cemaati almış gibiydi. Cumhuriyete, Mustafa Kemal’e ve Kurtuluş Savaşı’na karşı bir eylemleri olmamış, aksine desteklemişlerdi.
(Burada tarihi akışa bir hatırlatmada bulunalım: Kaynaklara göre Siyonizmin kurucularından Theodor Herzl, 2.Abdülhamit’ten Kudüs’ün bulunduğu bugünki toprakları kendilerine satmasını istemiş. Ancak Osmanlı padişahı buna karşı çıkmıştır. Henüz ortada vaadedilmiş topraklar da olmadığı için Yahudiler, yeni sadıkai millet olmuşlardı. Taki 1948 yılında ikinci dünya savaşı sırasında Osmanlı’dan kopan Filistin topraklarında yeni bir İsrail devleti kurulana değin de alternatif vatanları olmaya devam ettik.)
Savaş sırasında her milletin, her ülkenin kendi varlığını korumanın derdine düştüğü bu karanlık günlerde Mustafa Kemal ve arkadaşları İngilizler’in kapattırdığı Meclisi Mebusan’ı 1920 yılında Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip yeni bir Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak açmıştı. 1923 yılına geldiğimizde de özellikle Türk kökenli Hristiyan ile müslüman Türklerin merkezi olarak bilinen Niğde gibi Kapadokya kentlerini içine alan Karaman eyaleti sakinlerinin de Kurtuluş Savaşı’na verdikleri destekle işgal kuvvetlerine karşı bir kahramanlık destanı yazıldı. Atatürk ve yüzlerce kahraman kurmay asker ile emrindeki halkın başarısı olarak Kurtuluş Savaşı tarihe geçti. Ancak savaş cephede kazanılmıştı. Şimdi ise daha zorlu bir savaş vardı. Yorgun, bıkkın ve fakir halktan yeni bir ülke, yeni bir nüfus oluşturulacaktı. Savaşlardan, yıkımlardan çıkmış bir milletin yeni göçlere, küçülmüş topraklara, birbirinin peşi sıra gelen devrimlere hazırlanması gerekecekti. Doğru bildiği ve alıştığı her şey sil baştan olacaktı. En önemlisi de İstanbul dışında bütün Türkiye’de neredeyse Yahudiler hariç Hristiyan hiç kimse kalmamış gibiydi. Kurtuluş Savaşı bitmiş, saltanat kaldırılmış, Halilfelik makamı Türkiye’de kalmış, gerçek bir ulus devletin temeli Cumhuriyet ilan edilmiş. Tek Partili Sisteme geçilmiş, Cumhuriyet Halk Fırkası (Bugünün Cumhuryet Halk Partisi) kurulmuş. Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk seçilmiş.
Osmanlı’nın çok renkli, çok dilli, çok dinli meclisinin yerini 1923’den 1930 değin de tek tip milletvekilleri almış. Milli Meclise müslüman milletvekilleri dışında gayrimüslimlerin girmemesine dikkat edilmişti. Ne var ki Fethi Okyar’ın tek partiye alternatif olması için Serbet Cumhuriyet Fırkası’nı kurmasıyla birlikte o dönemler İstanbul’da yoğun bir nüfus oluşturan Rum, Ermeni ve Yahudi ile Süryani cemaati temsilcileri ilgi göstermiş. 1930’da yapılan yerel seçimlerde ilk defa İstanbul’da Beyoğlu Bölgesi’nden Av. Marko Naum, Pandazitis Efendi, Nikolaki Arapcıoğlu, Penciri Bey, Heran Bey, Kazancıyan Bey, Berç Kersteciyan gibi isimler aday olmuştur. Cumhuriyet için yeni olan bu uygulama Osmanlı’da sıradan bir konuydu. Meclisi Mebusan’da ise Müslüman ve Gayrimüslim ile farklı milletlerin temsilcileri eşit sayıdaydı. Fethi Okyar’ın partisi yoğun ilgi görmüştü. Kısa sürede, rejime düşman herkesin toplandığı bir çatıya dönüşmüştü. Bunun üzerine Fethi Okyar kurduğu partisini genel seçimlere girmeden kapatmıştı. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde Fethi Okyar’ın Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın başlattığı ırk, dil, din ayrımı yapmadan herkese seçme ve seçilme hakkı verilmesi toplumda karşılık bulmuştu. Bunun üzerine Cumhuriyet Halk Fırkası 1935 seçimlerinde ANKARA, İSTANBUL, İZMİR, AFYON, ANTALYA, DENİZLİ, ESKİŞEHİR, KONYA, KÜTAHYA, SİVAS, TOKAT, MUĞLA, NİĞDE, YOZGAT, ÇANKIRI, KASTAMONU İLLERİNİN GAYRİMÜSLİMLERİN KONTENJANINA AYRILDIĞINI AÇIKLADI… 16 İL KONTENJANINDAN SADECE 6 MİLLETVEKİLİ BU HAKKI KULLANDI VE İLK DÖNEM 1946 YILINA DEĞİN MECLİSTE GÖREV YAPTILAR:
Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nin kurulmasıyla beraber gayrimüslim milletvekilleri, senatörler ile meclis üyelerinin tercihi oldu. Yahudi, Rum, Ermeni milletvekilleri iki partiye de dağıldı. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından Mecliste Yahudi milletvekili ağırlığı devam etti. Ancak yaşanan Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 yılında yaşanan olaylar üzerine Rum ve Ermeni mebusların kimisi istifa etti kimisi de artık meclis çalımalarına ilgi göstermedi. Meclisin en çalışkanları olarak dikkat çeken Yahudiler de İsrail’in kurulmasının ardından ilgilerini kaybetiler. Öte yandan da Yahudi milletvekillerinin, temsil edecekleri ve kendilerini seçecek nüfusun azalması da ilgisizliği etkiledi.

Yahudi milletvekillerinin en verimli dönemi ise 1930 ile 1960 arasını gösterebiliriz. Mecliste kesintisiz Yahudiler Niğde ve İstanbul milletvekilleri olarak görev yaptılar. 1995 yılına değin de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gayrimüslim milletvekili seçilmedi. Bu ilgisizlik zincirini DYP Tansu Çiller’in başkanlığında İstanbul milletvekili olarak Cefi Jozef Kamhi’yi seçtirerek kırdı. 2000’lerden sonra AK PARTİ iktidarında yeniden gayrimüslim milletvekilleri meclise ilgi göstermeye başladı. 2011 seçimlerinde HDP’den Erol Dara adlı bir Süryani ilk defa milletvekili oldu. 2015’de Ermeni cemaatinden Markar Esayan, aynı yıl CHP’den Selina Doğan, HDP’den Garo Paylan ile Feleknaz Uca gayrimüslimleri temsilen meclise girdiler.
YAHUDİ MİLLETVEKİLLERİ NİĞDE’DE NE YAPTI?9
Mecliste pek çok yasada imzası olan Yahudi milletvekilleri, senatörler ve belediye meclis üyesi olarak şu isimler dikkat çekiyor: Samuel Abrovayo Marmaralı, Avram Galanti Bodrumlu (Niğde Milletvekilleri-Kontenjandan Yahudiler için seçilen kentlerden) Saloman Adatö, Hanri Sariona, Yusuf Salman, İsak Altabev aynı zamanda KOÇ TİCARETİN KURUCU ORTAKLARINDAN, Erol Dilek, Cefi Kamhi PROFİLO HOLDİNG YÖNETİM KURULU. Bu isimler de kontenjan kentlerden İstanbul milletvekili.
TBMM’de birbirinin peşi sıra en uzun NİĞDE MİLLETVEKİLİ olarak Samuel Abrovoya Marmaralı ile Avram Galanti Bodrumlu’nun görev yaptığını görüyoruz. Her iki milletvekilinin Türkiye’de bugün dahi geçerliliğini koruyan vakıflar, bankalar, adalet, avukatlık mesleği, çalışma yasası, toprak kanunu, mülkiyet hakkı, Tekel Gümrük Yasası, Tapu Kadostra, fikri haklar, vergi usul kanunu, TABABET VE ŞUABATI SAĞLIK MESLEK ÇALIŞMA SANATI, Nakil Vasıtaları, Petrol Ürünleri, Belediye Yasası, Memuriyet Yasası ve Çalışma Şekilleri gibi yüzlerce konuda imzaları dikkat çekiyor. Yasaları ve fikirlerini kabul ettirmek için dönem dönem Hüsnü Yaman, Emrullah Utku, General Kazım Karabekir, Orgeneral Cahit Toydemir, Recep Peker, Hamdullah Suphi, Cahil Yalçın, Ziya Barlas gibi isimlerle mücadelelerine tutanaklarda rastlanıyor. Bu dönem Türkiye’nin de Amerika ile ilişkilerinin griftleşmesine neden olan Marshall Yardımları,Kore’ye asker gönderilmesi, Fulbright Bursu’yla öğrenci değişim programlarını mecliste tartışan milletvekilleri arasında Samuel Abrovayo Marmaralı ile Avram Galanti Bodrumlu’yu rol modeli yapan diğer Yahudi milletvekillerini görüyoruz.
“Mecliste onlarca milletvekilinin gözün önünde Bodrumlu ile Marmaralı hangi özellikleriyle dikkat çekti?” Diye bir merak oluşabilir. Özellikle Müslüman ve Hristiyan Ortodoks Türklerin Lozan Anlmaşması’na değin en yoğun yaşadığı kentlerin başında gelen Niğde senatörlerinden Avram Galanti Bodrumlu’nun Yükseköğretimde akademik kadrolara yönelik yaptığı eleştirinin dikkatle incelenmesi gerekir. Bodrumlu, Türkiye’de akademik sınavlarda kadro alacakların bir yabancı dilden sınava girmesini eleştiriyor. Bir akademisyenin üç yabancı dili çok iyi bilmesini ve üç dil için de ayrı ayrı sınava girmesini savunuyor. Dil sınavını geçemeyenlerin bilimsel alanda başarılı olmalarına rağmen akademik kadroya alınmamalarını tavsiye ediyor. (Bence burada durmak gerekiyor. Niğde milletvekili Avram Galanti Bodrumlu haklı olmakla birlikte her olay o günün şartlarında değerlendirilir. Savaştan yeni çıkmış ve Anadolu insanı kimlik mücadelesi veriyor. Belki bir yabancı dili iyi öğrenebiliyor ancak en az üç yabancı dili o günün şartlarında ekalliye dışında konuşan Türk ve Müslüman sayısı akademik kadroda fazla değil. Öte yandan ikinci dünya savaşının ayak sesleri geliyor. Almanya ile Avusturya, Fransa gibi ülkelerden yoğun bir akademik kaçış var. Ben bu konuşmaya buradan bakınca bir tek yabancı dil bilen Türk akademisyen kapıda beklesin, savaştan kaçan Musevi bilim adamlarına akademi hayatında daha fazla kadro açalım konusunu anlıyorum. )
ERMENİ VE RUM MİLLETVEKİLLERİ KÜSÜYOR
Afyonkarahisar Milletvekili olarak cumhuriyet döneminin ilk Ermeni milletvekillerinden Berç Türker aynı zamanda Kurtuluş Mücadelesinde Atatürk’e Hristiyan Türklerle birlikte destek verenlerin arasında. Berç Türker’ın dışında 1935 yılından 1960’a değin mecliste Ermeni cemaatini temsil eden diğer isimler şunlar:
Andre Vaham Bayar, İstanbul milletvekili, Zakar Tarver Erzincan Eğinli, Mıgırdiç Sellefyan Adapazarlı, Berc Sehek Turan Kahramanmaraş doğumlu olarak dikkat çekiyor. Meclisin tek kadın gayrimüslim milletvekili ise matematik dahisi Hermine Agavni Kalustyan.
Ermeni milletvekillerinin, çiftçinin korunması, Türk Kızılayı’nın güçlendirilmesi, fakirlere yardım edilmesi, ziraatçilerin ve toprakların verimli hale getirilmesi, özellikle kenevir ekiminin yasaklanmaması, faydalı bir ürün olması, köylerde çocuk ölümlerinin önlenmesi, sağlık tedbirlerinin artırılması, okullaşmanın artırılması, öğretmen eksikliğinin giderilmesi, çocukların başı boş bırakılmaması, bağımsızlığı anlatan anıtların yapılması, kömür stoklarının kontrolü, sanayinin millileşmesi gibi konuşmaları öne çıkıyor.

Meclisin Ermeni ve Yahudilerin dışında 1930 ile 1960 yılları arasında görev yapan Rum milletvekilleri ise şu isimlerden oluşuyor:
Nikola Toptes, Mihael Kayaoğlu, Nikola Fekeceli, Vasil Konos, Ahilya Moshos, Aleksandras Hacopulos, Hristaki Yaamidis, Kaludi Laskaris.
Rum milletvekillerinin genelde özel ve devlet fabrikalarında çalışan işçilerin özlük hakları, beslenme ve sağlık koşullarının düzeltilmesi konusunda bilgi verdikleri, bunun dışında söz almadıkları göze çarpıyor. Burada altını çizmemiz gereken İstanbul’da Rumlara yönelik 6-7 Eylül olayları ile Varlık Vergisi konuları. Türk ve Yunanistan arasında yaşanan sorunlar bu dönemde tekrar patlak veriyor. Rum milletvekilleri mecliste oldukları halde İstanbul’da kiliselerine, iş yerleri ile evlerine yapılan saldırıları kınıyorlar. Aynı zamanda asırlardır birlikte yaşadıkları Türk toplumundan bugüne değin bu tip bir barbarlık görmediklerini ve gerçeklerin ortaya çıkartılmalarını isteyen konuşmalar yapıyorlar. Daha sonra da Rum vekillerin bir kısmı görevinden ayrılıyor bir kısmı da görev süresini tamamlamaya dahi gerek görmeden köşesine çekiliyor.
Türkiye’de parlamenter sistem ile demokratik hayat kesintiye uğramadan devam ediyor. Öte yandan gayrimüslim azınlıkları için zaman ve hayat sessiz bir gemi gibi akıp gidiyor. Ne var ki bu uzun sessizlik döneminin ardından Ermeni ve Süryani kökenli isimlerin 2000’lerden sonra mecliste, cılızda olsa isimlerine rastlamak mümkün oluyor.
Hazırlayan:Nurten ERTUL
Kaynak: Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi: Cumhuriyet Dönemi Gayrimüslim Milletvekilleri…
Araştıran:Nihal Esen
Danışman Hoca:Prof.Dr. Erdal Açıkses



