Köşe Yazıları

Dalkavuk mu desem Soytarı mı?

"Dalkavuk" Doğu'nun ürünüdür, "Soytarı" Batı'nın... der, rahmetli İlhan Selçuk...

“Soytarı” her şeyi kabul eden efendisine boyun büken değildir. Yeri geldiğinde, mizahının içinde efendisini iğneli sözlerle yerebilir. Batı dünyasının hoşgörü kuyusundan çıkrıkla çekebildiği kadarınca yergilerini, bağlı bulunduğu efendisinin yüzüne karşı söyleyebilir. Böyle durumlarda efendisinin suratı düşer birden, ama soytarı ona hiç aldırmaz işine devam eder.

“Soytarı”, yaptığı işin gereği olarak, kişilere ve olaylara yönelik eleştirileri gülmeceye dönüştürüp taşı gediğine koymasını bilen kişidir…

“Dalkavuk” ise Doğu’ya özgüdür. Ne iğnesi vardır, ne ipliği, ne de eleştirisi. Onun işi, ya “tamam efendim” ya da “haklısınız efendim” le başlar ve biter.

Osmanlı devletinin her döneminde bol bol dalkavuk yetişmiştir.

Dalkavukluğun bir meslek olarak yapılmasından dolayı ünlü tarihçi Reşat Ekrem Koçu eserinde dalkavukluğu şöyle tanımlamıştır:

“Dilimizde bugün mecazi manada bir tiynet, ruh haletini belirten isim olarak kullanıyoruz; kendi çıkarı, menfaati için bir zengine, veya devlet kapusunda yüksek mevki sahibine yardakçılıkta bulunan adam, uşaktan aşağı ve hatta şerefsiz, haysiyetsiz köleden zelil bir tiptir; bütün insani meziyet ve faziletlerden soyunmuş dalkavuk, bugünkü anlamda hacı yatmaz gibidir; para kaynağı yahut timsalin önünde eğilir, el, etek, ayak öper, ama her zaman menfaatini sağlar, maddi sıkıntı çekmemek anlamında ayakta durur; ayağını öptüğü kimse imkan ve kudretini kaybedince de hemen yeni efendilerinin huzurunda zilletle eğilir ve asla tereddüt etmeyerek, düşen efendisinin aleyhinde bulunur.”

“Dalkavuklar efendilerinin huzuruna çıktıklarında el, etek öperler. Oturacakları yer, trahzan yanındaki küçük minderlerdir. Görevleri, ev sahibi olan kişinin mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, kötü söz ve küfürlerden sakınmaktır. Ev sahibi ne söylerse aşırı yalakalıkla onları tasdik edecek ve asla onlara karşı aykırısında söz söylemeyecekler. Verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında övünülmeyecektir.”

“Osmanlı’da Dalkavuk esnafının nizamnameleri vardı ve iş hizmet karşılığı alacakları ücretin narhları vardı.”

Dalkavukların her yaptığı yalamalığın (yalakalığın) ücret tarifesi şöyleydi;

– Dalkavuğun burnuna fiske vurma (fiske başına): 20 para

– Başına kabak vurma, bir seferine: 20 para

– Yüzüne tokat atma, tokat başına: 30 para

– Elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çatırdatmak şartı ile sakal zelzelesine, sakal boyamasına: 60 para

– Sakalın yarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa, latifeyi yapan dalkavuğun üç aylık nafakasını verir, bu nafaka ayda 30 kuruştan 90 kuruştur.

– Eyerinin bir tarafında özengi bulunmayan haşarıca bir ata bindirilip temaşası hoşa giderse: 300 para

– Kuyruğu dışarıda kalmak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma: 400 para

– Bostan dolabına bağlanarak su içinde bir müddet durdurulmak şartı ile bostan kuyusu içine bir devrine: 600 para. Bu latifede birden fazla her devir için ayrıca 100 para. Bu latifede dalkavuk boğulup ölürse cenazesinin masrafı latifeyi yapana aittir.

Osmanlı’da soytarılığa ilişkin kurumsallık oluşamamıştır. Çünkü soytarılık Batı tarihinin hoşgörü geleneğiyle bağdaşır, dalkavukluk Doğu tarihinin baskıcı ve otoriter yöneticilerine yaramıştır.

“Soytarı” balonları iğneler.

“Dalkavuk” balonları şişirir.

İşte aralarındaki en önemli fark budur.

Kralın soytarısı sarayda özel yeri olan bir kişiliktir, tahtın yamacına konmuştur, protokolün hem içinde hem de bir dirhem dışındadır.

Bir bakarsın ki soylu törenlerin en görkemli dakikasında soytarı, yerde yatıp yuvarlanmaya başlamış, prenslerin, düklerin, baronların, kontların, nazırların, rektörlerin, kardinallerin, kırmızı bayram balonu gibi şişirilmiş ciddiyetlerini sivri yergileriyle delerek ortalığı birbirine katmış, öfkeleri, kahkahaları, fısıltıları, kaygıları soytarılığın sarmalına dolayıp saray halısı gibi salona yayıvermiştir.

Soytarı “tamam efendimci” değildir.

Her ikisine de baktığımızda dalkavukluğun soytarılıktan daha aşağılık bir iş olduğu bütün tarih kitapları yazar. Çünkü soytarının zaman zaman efendisini uyardığı görülmüştür de dalkavuğun şişirdiği balonlara tutunarak yükselmek kimseye nasip olmamıştır.

Günümüz toplumunda var olan böyle insanlara şimdi ne demeli, “Soytarı” mı “Dalkavuk” mu?

Sevgili okurlar, bu haftaki yazımı Şiirlerin Sultanının, Cihan Hükümdarına karşı sert bir dille yazmış olduğu bir şiir ile son vereceğim.

Cihan Hükümdarı Sultan Süleyman Han, Şair Baki ile ilgili bir sürgün fermanı yayınlar. Şiirler Sultanı Baki, bu fermana bir şiirle karşılık vererek, Sultan Süleyman Han’a tepkisini ortaya koyar. Yani  “tamam efendim” demediğini, şiiriyle karara karşı nasıl dik durduğunu gösterir…

Sultan Süleymanın Fermanı:

Bâkî bed

Bursa’ya red

Nefy-i ebed

Azm-i bülend

Açıklaması:

Huyu kötü olan Bâkî’yi

Bursa’ya sürdüm.

Orada devamlı kalsın.

Yüksek kararım budur.

 

Şiirin Sultanı Bâkî bu ağır ifadelere karşı derhal şu dörtlükle cevap verdi:

N’ola kim nefy-i ebed azm-i bülend oldunsa ey Bâkî

Bilesin ki cihân mülkü değil Süleymân’a bâkî

Şahâ! Azminde isbât-ı tehevvür eyledin ammâ

Buna çarh-ı felek derler, ne sen bâkî ne ben bâkî

Açıklaması:

“Şâir öncelikle kendine hitâben nasîhat ve tesellî makâmında şöyle demektedir:

Üzme kendini ey Bâkî! Padişahın yüksek kararı senin Âsitâne’den, Cihan hakanının yanından uzaklaştırılman yönünde olsa ne olur ki…

Zira açıkca biliyorsun ki bu dünya Hazret-i Süleyman aleyhisselama bile kalmadı. (Bu Süleymân’a mı kalacak? Bu isim benzerliği hatırlanmasa da muhatabın doğrudan padişah olacağı açıktır).

Ey Padişahım! Kararınızda -sıklıkla vâkî olduğu üzere- celâliniz, gazabınız pek sarih biçimde görülüyor amma! Unutmayın ki bu dünya geçicidir, bana kalmadığı gibi, size de kalmaz.”

 

Sevgili okurlar; büyük usta İlhan Selçuk diyor ki;

Hey gidi dalkavuk…

Sana soytarı bile denemez, çünkü soytarılık senin için rütbe sayılır. Sen dalkavukluk için belini kırıp ikiye katlanırken, senin görüntüne bile katlanmak ne büyük acı.

Günümüzdeki soytarıların,

Pardon Dalkavukların en azında “Baki” olması dileğiyle,

Hepiniz baki kalın…

 

Daha Fazla Göster

Abdullah Şahin

Tarihçi – Yazar

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu
Kapalı