EN BÜYÜK AÇIK MEZAR, GAZZE
Diriler de ölülerde ceset Gazze’de hatta bu insanlık suçuna şahit olup seyredenler de ölü. Dünyanın ölü taklidi yaparak izlediği ‘Gazze Cehenneminde her an insanlık ölüyor. Bitmeyen karanlık yolculuğun sponsorları; dünyadaki rant, hırs ve canilik cehennemine hapsolan masumların gardiyanları, onları görevlendiren, yönetenler de bu yönetimdeki vicdansızlığa sessiz kalanlarda kutsal kitaplarda beyan edilen zebaniler değil de, ne?
Her şey bu son dönemde nasıl başladı, bir bakalım…
7 Ekim 2023 tarihinde paramiliter örgüt olan Hamas‘ın silahlı kanadı “İzzeddin el-Kassam Tugayları” tarafından “Aksa Tufanı Operasyonu” yapılmış, İsrail geneline geniş çaplı bir saldırı düzenlenmişti. Saldırı sonrası İsrail, Hamas’a karşın savaş ilanı kararı almış ve çıkan çatışmalarda en az 1.400 İsrailli ve 3.800 Filistinli olmak üzere 5.200’den fazla insan ölmüştü. 18.000’den fazla kişi de yaralanmıştı. 1 milyon Gazzeli ve 500.000 İsrail’li yerinden edilmişti. İsrail Yom Kippur Savaşı‘ndan bu yana ilk defa savaş ilanı kararı almış, Gazze’ye büyük bir bombardıman yapılmıştı.
Saldırılar öncelikle Gazze’den İsrail’e atılan 5.000 roketle başlamıştı. İsrail İstihbaratının güvenlik zafiyeti nedeniyle “Kassam Tugayları” sınırları geçerek sivil yerleşim yerlerine girmeyi başarmıştı. Pek çok İsrailli sivil ve asker öldürülmüş ve esir alınmıştı. Bazı askerî üsler ele geçirilmişti. Çatışmalardan sonra İsrail, ülke genelinde olağanüstü hâl ilan etmişti. 8 Ekim gecesi itibarıyla İsrail ordusu, işgal edilen tüm toprakların kontrolünü yeniden ele geçirdiklerini ve artık Gazze’yi hedef alacaklarını duyursa da Hamas, bazı İsrail bölgelerine tekrar tekrar sızmaya başlamıştı.
İzzeddin el-Kassam Tugaylarının komutanı Muhammed Deif, saldırının “Mescid-i Aksa‘nın kirletilmesi”ne yanıt olarak gerçekleştirildiğini, İsrail’in bu yıl yüzlerce Filistinliyi öldürmesi ve yaralamasının etkisiyle gerçekleştiğini söylemişti. Deif, Filistinlilere ve Arap kökenli İsraillilere, “işgalcileri kovun ve duvarları yıkın” çağrısında bulunmuştu. Saldırıların başlamasından kısa bir süre sonra Batı Şeria‘da acil bir toplantı düzenleyen Filistin Otoritesi Başkanı Mahmud Abbas, Gazze saldırılarını destekleyerek Filistinlilerin “İsrail işgaline” karşı kendilerini savunma hakkına sahip olduklarını vurgulamıştı. İsrail’de tüm muhalefet partileri, terör saldırılarına karşı ulusal birlik hükûmeti oluşturulmasını savunmuştu. İşte bu büyük ateşin ilk kıvılcımı, cehennemi böyle yaratmıştı.
Ardından Gazze Şeridi’nden daha sonra en az 2.200 roket ateşlenmiş, Hamas militanları sınırı aşmış ve İsrail’e girmişti. En az 300 İsrailliyi öldürmüş ve İsrail hükûmetinin olağanüstü hal ilan etmesine neden olmuştu. İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu, saldırıların başlamasının ardından ulusa sesleniş konuşmasında İsrail’in “savaşta olduğunu” ifade etmişti.
Hem Filistinli hem de İsrailli medya kaynakları, militanlar tarafından İsrailli sivillerin ve askerlerin, çocukların da dâhil olduğu şekilde rehin alındığını raporlamışlardı. Bu rehinelerin birkaçı iddialara göre o zamandan beri Gazze Şeridi’ne kaçırılmıştı. İsrailli kadınlara yönelik şiddet olaylarının ve İsrailli sivillere yönelik artan katliam vakalarının sayısı, militanların saldırılarının başlamasından bu yana bildiriliyor. Zulüm sürüyor ve bitmeye de pek niyeti yok.
Atlantik ülkeleri, Arjantin, Brezilya ve Hindistan, Hamas’ı şiddetli bir biçimde kınamış ve yapılan fiilleri terör olarak tanımlamış, bazı Arap ve Müslüman ülkeler ise İsrail’in işgal girişimlerini ve Filistin’in bağımsızlığının kabul edilmemesini saldırıların temel nedeni olarak görmüştü. Çoğu ülke çatışmaların sona erdirilmesini talep etmişti hatta çok sayıda yetkili Hamas’ın ilk taarruzunu “İsrail’in 11 Eylül’ü” olarak tanımlamıştı.
Arka planda her zaman neler olduğu bilinmez ama araştırmalara göre; Gazze Şeridi ve İsrail, İsrail’in 2005’te Gazze Şeridi’nden çekilmesi, 2006’daki seçimlerin ardından Hamas’ın Gazze Şeridi’nin kontrolünü ele geçirmesiyle birlikte, 2007’de El Fetih‘le yaşanan iç savaştan bu yana çatışma halindeymiş. Gazze Şeridi 2007’den bu yana İsrail ve Mısır ablukası altında olduğu için İnsan Hakları İzleme Örgütü Gazze Şeridi’ni senelerce “açık hava hapishanesi” olarak adlandırmasına neden olmuştu. Ayrıca Gazze, dünyanın geri kalanına kapalıydıve gıda, su ve elektrik gibi kaynaklara erişim neredeyse tamamen İsrail tarafından kontrol edilmekteydi. Abluka Filistinliler üzerinde ciddi ekonomik sıkıntılara yol açtığından, yaşanan saldırılar Hamas’ın saldırı nedenlerinden biri olarak gösterilmişti.
Filistinli militan gruplar, saldırılarına “El Aksa Tufanı” adını verirken, İsrail, “Kılıç Operasyonu” adı verilen bir karşı saldırı başlattıklarını duyurmuştu. Filistin saldırısının başlangıcı, 1973 Arap-İsrail Savaşı‘nın patlak vermesinin 50. yıldönümüne denk gelmişti.
Saldırı, Yahudi bayramı “Simchat Tora” ve “Şabat” sırasında ve yine sürpriz bir saldırıyla başlayan ‘Yom Kippur Savaşı’nın 50. yıldönümünden bir gün sonra gerçekleşmişti. Hamas ve İsrail yakın zamanda 29 Eylül’de Katar, Mısır ve Milletlerinarabuluculuğunda bir ateşkes müzakeresi yapmıştı.
İzzeddin El Kassam Tugayları komutanı Muhammed Deif, kayıtlı bir mesajında, saldırının “Mescid-i Aksa’ya yapılan saygısızlığa” ve İsrail’in bu yıl yüzlerce Filistinliyi öldürüp yaralamasına yanıt olarak yapıldığını söylemiş ve Filistinlilere ve İsrailli Araplara “işgalcileri kovmaya ve duvarları yıkmaya” çağrısında bulunmuştu. Hamas lideri Salih el Aruri, operasyonun “işgalin suçlarına” bir tepki olduğunu söyleyerek, savaşçıların Mescid-i Aksa’yı ve İsrail tarafından tutulan binlerce Filistinli tutsağı savunduklarını söylemişti. Ayrıca Filistin İslamî Cihadının bir sözcüsü, İsrail vatandaşlarını sivil olarak görmediklerini belirterek, “Biz sivilleri öldürmüyoruz. Burası askerî bir toplum. Hükûmetlerini seçenler onlardır,” demişti
“İnsan Hakları İzleme Örgütü”, doğrulanmış video ve şahitlerin ifadelerine dayanarak, İsrail kuvvetlerinin sırasıyla 10 ve 11 Ekim de Lübnan ve Gazze‘deki askerî operasyonlarda beyaz fosfor kullandığını tespit etmişti.Videolarda Gazze Şehri limanı ve İsrail-Lübnan sınırındaki iki kırsal bölge üzerinde top atışlarıyla atılan çok sayıda beyaz fosfor patlaması görülmüştü.
Uzatmayayım; bir taraf bu nedenden, diğeri de şu nedenden masunları öldürmenin bir yolunu bulmuştu. Savunma adı altında karşılıklı olarak masum cesetleri sayısını arttırıyorlar. Ne ölenleri, nede ölenlerin yaşayan ölü ailelerini hiçbir gerekçe teselli edemez kanaatimce...
Savaşın yaşadığı topraklarda kitlesel ölümler, hem o ülke vatandaşlarınca, hem de dünyadaki her insan tarafından nasıl olsa bir süre sonra normalleştiriliyor. Haberlerdeki o masum ceset sayılarına tepki veremez hale geliyoruz.
İnsan ne zaman tepkisiz kalır, hiç düşündünüz mü? Sadece öldüğünde mi? Değiştiremeyeceği, gücünün yetmediği durumlara karşı bile tepkisiz değildir insan. Kabullenmek kendi içinde yaşadığı çaresizliğe karşı bir tepkidir. Yaşadığımız dönem yani şu sosyal medya dünyası bizi klavye delikanlısı yaptı. Binlerce yazı, video ve fotoğraf paylaşımları yapıp hak edilmemiş şiddete maruz kalan masumları savunmak için öfkemize sardığımız şiddet içerikli bol belalı, isyanlı paylaşımlar yapıyoruz hatta bu konuda hiç konuşmayan, herhangi bir yorum yapmayan insanları da duygusuzluk, ruhsuzlukla suçluyoruz. Yine birbirimize düşüp rahatlayıp rekabet edip insanlığımızdan uzaklaşıp suni gündemler yaratıyoruz.
Elimizde sosyal medya var nasıl olsa… Rahatlatıyor bizi, evet. Peki, gördüğümüz bu insanlık ayıbı utandırmayı başarıyor mu? Vicdanımızı hatırlatıp, vatanımıza milletimize sahip çıkmanın,değerlerimizin kıymetini düşürmeden korumanın önemini de hatırlatıyor mu? Tarihi öğrenmenin, geleceğimizi korumakla ilişkisi olduğunu düşündürüyor mu? Sınırlarımızın değerini önümüze getiriyor, halimize şükretmemizi sağlıyor mu?
Bu yazıda yıllarca çare bulunamamış bu zulme karşılık bir çözüm yaratamam. Yetkim yaşamımla sınırlı, fazlasını yapamam. Düşüncemin özgürlüğü, ifademin yettiği yere kadar yorumlayabilirim, herkes kadar. Bu zulme çanak tutanları izliyorum uzaktan, herkes gibi. Bu zulüm karşısında din, dil, ırk ayrımı yapanları da… Şefkat kapılarını kuzey ırklarının savaşlarında cömertçe açan ülkelerin asırlardır süren Müslümanlara olan kinini izliyorum. Müslüman inanışta olan,zülüm gören masumlara karşı tutumlarını izliyorum. Ayrımcıları görüyorum. Kim dost, kim düşman anlıyorum. Türkiye’nin dünya için önemini fark ediyorum hatta Türkiye’nin her an bir hata yapmasını ellerini ovuşturarak bekleyen hain ülke liderlerini de…
Sonra ülkeme bakıyorum ve şunu diyorum: “Seyre dalıp her an düşmemizi ağızlarından akan iştah salyalarını silmeden izleyen bu ülkelerin göz diktiği topraklarımıza yarın bir gün kendi vatanımızda azınlık olmamızı hayal eden hainlere iyi bakın şimdi. İyi okuyun düşmanların mesajlarını. Bugünün dostlarının geçmişteki hainliklerini hatırlayın, ülkemin insanları,” diyorum.
“Bir gün içine düşme ihtimalimiz olan bir cehennem yaratmak için bekleyenlerin hayallerini gerçekleştirememeleri için vatanımıza sahip çıkalım,” diyorum.
“Entrikası bol, asırlardır bu konuda makam mevki etiket sahibi olmuş kaypakların hedefi olduğumuz aşikâr, menzilimizi koruma vakti,” diyorum.
“Kendi ırkından, inancından milletlerin yardım eli uzatmadığışöyle bir dönüp bakmadığı masumlara çare olalım elbette ama kendimizi çaresiz, imkânsız bırakmayalım,” diyorum.
“Öncelik sırlamamızı doğru belirleyip, vatandaşla başka başka ülkelerin ihtiyaç sahipleri arasındaki ölçüyü bozmayalım,”diyorum.
“Sine i millete dönüp mevcut durumuzu daha da iyileştirirken dünyadaki zulme de sessiz kalmayalım elbette ama vatan topraklarının üzerine gazabı, hıyaneti çekmeyelim,” diyorum.
“Öncelik vatan!” diyorum.