GenelKöşe Yazıları

KÜÇÜK ASYA FELAKETİNDEN DOĞAN ZAFERİN ADIDIR: “MİLLİ MÜCADELE”

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş destanı kabul edilen Milli Mücadele yıllarında herkes kahraman değildi. Atatürk’ün yanında görünen pek çok çetenin mücadeleye zararları da dokunmuştur. Çerkez Ethem ile İngiliz casuslarının etkisinde kalanların örneğinde olduğu gibi. Bunun post modern olarak günümüze yansımasını anlamak için Ulusalcı = Fetöcü , dini tarikatlar ile lobilere bakmamız yeterli. Bu tip yapılara aidiyet bağıyla bağlananların faaliyetlerine, yaşam tarzlarına, topluma verdikleri mesajlarla, gerçekleştirdikleri algı operasyonlarına baktığımızda da nispeten benzer düşünce tarzlarını görebiliriz. Tarihimize dönüp Milli Mücadele yıllarına gittiğimizde ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde kenetlenen halkın, sadece Milli Mücadele karşıtlarıyla değil Kurtuluş Savaşı’na destek veren çetelerle de mücadelesi karşımıza çıkar.

HERKES KAHRAMAN HERKES HAİN…

Bugün ülkemizde gerek AK Parti taraftarları gerekse muhalefettekiler kendilerini Kuvva i Milliyeci sanıyor. Herkes karşısındakini işgalci veya düşman safında görüyor. Muhalif kesimler, ülkenin kendi halkının seçtiği, hatta kendi içinden çıkan ekipler tarafından işgal edildiğine inanabiliyor, kitlesini de inandırmaya çalışabiliyor. Gelin görün ki tarihten ve sosyolojiden uzak oluşturulan algı operasyonları teknolojinin bütün hızına ve imkânlarına rağmen bu sahnede, beklenen sonucu vermeyebiliyor. VERMEZ DE… Teknoloji matematik gibidir. Doğru rakamlar ve doğru kavramlar ile berrak bir zekâyla durum değerlendirmesi yapılmadıkça sonuca ulaşamazsınız.
Bugünü, doğru anlayabilmek, ulusalcı ya da Fetöcü veya diğer muhaliflerin neden başarıya ulaşamadığını görmek için yakın geçmişe; Kurtuluş Savaşı- Milli Mücadele günlerine gitmekte fayda var. Bugünün ve o günün temel konularda karşılaştırmasını yapmak lazım. Kurtuluş Savaşı günlerinde Atatürk ve silah arkadaşlarının yanında yer alan herkesin kahraman ya da hain olmadığını görmemiz gerekir. Başka türlü ezberlenmiş şablonlardan kurtulup, bugünün ve dünün farkını ortaya çıkartamayız. Hatta pek çok kişinin sıkça sorduğu “Bugün her muhalif kahraman mı?” sorusunun yanıtını da Milli Mücadele yıllarında arayalım:
Türk Kurtuluş Savaşı, 19 Mayıs 1919 – 24 Temmuz 1923 arasında gerçekleşti. Milli Mücadele (seferberlik) veya “Kuvayi Milliye” dediğimiz, bu dönemde Osmanlı I.Dünya Savaşı’ndan yenik çıktı. Batı Anadolu’da Yunanistan, Akdeniz de İtalyan, Güney de Fransız, Doğu da Ermeni, İstanbul’da ise İngiliz işgaline karşı mücadele verildi. Kökeni Karamanoğulları’na uzanan Osmanlının paşalarından Mustafa Kemal ve arkadaşları 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıktı. Sevr ve Mondoros Anlaşması’na karşı direniş hareketini başlattılar. Dönemin en belirgin özelliği militarist bir ortam olmasıydı. Mustafa Kemal ve arkadaşları savaşlardan yorgun, fakir düşmüş halkı direniş için yeniden örgütlediler.

SADE VATANDAŞIN DERDİ BÜYÜK…

Burada tarih bilmeyen, görevi sırasında devletin mührünün gücüyle sivil hayata müdahale eden, ancak hiç savaş görmemiş, buna karşılık kendilerini Mustafa Kemal ve silah arkadaşları kadar cesur sanan, günümüz militaristlerine asker polis, sivil fark etmez, şu notu düşmek istiyorum:
Atatürk ve arkadaşları cepheden cepheye koşan gerçek askerlerdi. Halkı yağmalayarak, baskılayarak, korkutarak, mahalle baskısı kurarak ve kendi oluşturdukları sokak çetelerini vatandaşın üzerine saldırtarak, sıradan insanları takip edip, dinleterek veya menfaatleri uğruna itibarsızlaştırıp yalnızlaştırarak bu işleri başarmadılar. Gayri nizami yöntemler eşkıyalara, mahsus görülürdü. Nitekim Misakı Milli sınırları içindeki halkların çoğunluğu isteyerek o dönem Milli Mücadeleye destek verdi. Bugünlerde olduğu gibi Atatürk ve arkadaşları da çetecilik yapsalardı, bu halk Atanın ve silah arkadaşlarının arkasında durur muydu? En önemlisi Milli Mücadele başarılabilir miydi?Tarihi bilgiler ortada olmasına rağmen bugün kendi şahsı menfaatleri için, değişik kanallardan fonlanan ulusalcılar ile fundementalist gruplar kendi köylerini kahraman, komşu köyün sakinlerinin ise milli mücadeleye destek vermediği yalanını yayacak kadar akıldan, vicdandan ve mantıktan yoksun hale gelmiştir. Ruhen, ahlaken ve de zekâ olarak oldukça seviyeyi düşürmüş topluluklardan nasıl bir çözüm bekleyebiliriz ki?
Kurtuluş Savaşı (Milli Mücadele ile Kuvvayi Milliye) dönemlerinde herkes kahraman değildi. Konusuna verilecek en iyi örnek kuşkusuz Kurtuluş Savaşı’na faydaları dokunan ancak daha sonra isyan eden Çerkes Ethem ile Demirci Mehmet Efe olayıdır. Gazetecilerimiz başta olmak üzere ülkemizde her Allahın günü televizyonlarda ahkam kesen kadrolu yorumcular ile bilinen kuramcılar ne yazık ki yakın tarihimizde yaşananları, günümüze uyarlama konusunda yeterli duru görüşe sahip değiller. Yakın tarihimizde Demirci Mehmet Efe’yi hatırlarken benzerlerinin günümüzde de olduğunu unutmamak gerekir.

Demirci Mehmet Efe’yi merak edenler için ufak bir bilgi notu paylaşayım: Nazilli’de doğdu. Babasının mesleğinden dolayı “Demirci” lakabını aldı. Askerlik görevini İzmir 5. Depo Alayı’nda demirci olarak yaparken Ermeni bir yüzbaşıdan yediği dayak üzerine firar etti. Köyüne dönen Demirci Mehmet, burada rahat durmayınca Çakırcalı Mehmet Efe tarafından Ödemiş’in Fata köyüne imam olarak gönderildi. Çakırcalı’nın ölümünden sonra Yörük Ali Efe çetesine katılan Demirci Mehmet Efe, cesareti ve gözü pekliği sayesinde öne çıktı. Aydın ve Ödemiş havalisinde adı geçen bir efe oldu. Milli Mücadele yıllarında ise Çerkes Ethem’in etkisinde kalmış ve düzenli orduya katılmayı ret etmiştir. Ancak direnmesi sonuç vermemiş, İzmir’in İşgalinden sonra 11 Temmuz’da resmen Kuvayi Milliye’ye ardından da Kurtuluş Savaşı’nda bağımsızlık mücadelesine katılmıştır. Bir diğer isim ise kahraman iken hain ilan edilen Çerkez Ethem’dir. “Çerkez Ethem hain mi kahraman mı?” Sorusuna verilecek cevap, günümüzdeki figürlerin örneğinde olduğu gibi olaylara nereden ve kimin tarafından baktığınız önemli. Ancak doğru sonuca ulaşabilmek için objektif bir gözlükten konuyu okumak lazım. Aksi takdirde günün sonunda matematik örneğinde olduğu gibi doğru sonuca bir türlü ulaşamayız. Çerkez Ethem ve kuvvetleri, önceleri Kuvvayi Milliye hareketinin içinde yer aldılar. Ne var ki düzenli orduya geçiş konusunda Ankara Hükümeti ile çatışma yaşadılar ve ardından da Yunanlılara sığındılar.
Bu dönemde Atatürk, başlatılan milli mücadeleye yönelik iç isyanların bastırılmasına, güvenliğin sağlanmasına önem vermiştir. Bir yandan vatana ihanet yasası çıkarılırken, öbür yandan da iç isyanları bastırmada Seyyar Jandarma Müfrezeleri kurulmuştur. Ayaklanmalar Millî Mücadele’nin neticelenmesini geciktirmiştir. Milli Mücadeleyi yoran belli başlı diğer ayaklanmalar ise Çopur Musa Ayaklanması, Milli Aşireti Ayaklanması, Yozgat Ayaklanması, Aynacıoğulları Ayaklanması ve Konya Ayaklanmasıdır.
Bugün kahraman veya hain sandıklarımız özellikle yakın tarihi iyi okuyup, doğru ve objektif analiz edip bugünün figürlerine uyarladığımızda ilginç sonuçlarla karşımıza da çıkabilirler. Bunun da cevabını Milli Mücadelenin ardından Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ten örnekler vererek açıklamak mümkün.

DÜN ATATÜRK NE YAPMIŞTI? YA BUGÜN OLANLAR?

“Her devrim önce kendi evlatlarını yermiş” sözü Gazi Mustafa Kemal Atatürk için de geçerliydi. Kurduğu yeni ülkenin çıkarları uğruna o günün şartlarında kendini yalnızlığa mahkûm eden adımları atmaktan çekinmedi. İzmir’de kendisine karşı 1926 yılında tertiplenen suikast girişimi, Hilafeti kaldırması, çok partili sisteme geçiş gibi konulardan dolayı pek çok kader arkadaşıyla yolunu ayırdı. İttihat ve Terakki’yi canlandırma girişimlerinde bulunduğu iddiasıyla Cavit Bey, Hilafeti kaldırdığı için kendisi gibi Karamanoğulları kökenli bir paşa olan Kazım Karabekir, Rauf Bey, Cafer Tayyar, Refet Bey, Gazi Topal Osman, İsmet İnönü, Ali Fuat Paşa, Fethi Bey, Ali Şükrü Bey, Hüseyin Cahit Yalçın, Adnan-Halide Adıvar gibi yollarını ayırdığı isimlere örnek verebiliriz.

“Ya bugün neler oluyor?” Sorusunu sorduğumuzda ben kendi penceremden şunları görüyorum:

Günümüzün Atatürk’ü kullanan isimlerine baktığımızda kırdıkları ceviz kırkı geçen, normal şartlarda bir araya asla gelmez denilen elli bin farklı fraksiyona ait kim var kim yok, hepsi bir arada. Kimisi İttihat ve Terakki’nin, kimisi Rus lider Lenin’in pos bıyığını sarkıtmış, bazısı da Kuvvacı kalpağını kafasına geçirmiş, elde bir Atatürk var. Atatürk’ün elli bin değişik imzası ile portre figürünü paylaşmış paşalar ordusu ortalarda. Bir kısım emekli paşanın da sivil, sıradan, sade vatandaştan ya da memur emeklilerinden postası gibi çalışan taraftarları var. Bu taraftarlar da yakalarına taktıkları rozetlerden birbirlerini hangi paşanın postası olduğunu anlıyor. Atatürk’ün Türkiye’ sinde bugün olan biten bu komiklikler “bana bir yerlerde yanlışlık var” dedirtiyor.
Sivillerden sıradan sade vatandaşlardan bir kitle oluşturmaya çalışanlara verilecek en iyi örnek yine Atatürk değil mi?
O halde şunu sormaya hakkımız olmalı:
Sizler kimsiniz ki? Ömrünü tek başına kalma pahasına da olsa toprağına ve halkına adamış yalnız bir adamı, bugün putlaştırarak kendi şahsı çıkarlarınız için halktan taraftar toplamaya çalışıyor. Bunun için de beşinci kol faaliyetleri yapıyorsunuz. Bu ülke zaten 1923 yılında kurtarılmış, hem de savaşarak, kanla sınırları çizilmiş. Bugün kime ve neye karşı kan dökülecek? Eğer savaşmayacak,kan döküp, ülke kurtarılmayacak veya ülke sınırlarına toprak dahil edilmeyecek ise bütün bu olup bitenlerin bir açıklaması olabilir mi? Oysa bu topraklarda mülkün sahibi görülen Osmanlı Padişahları bile bir gemiye bindirilip gönderilmiş, binlerce yıllık Roma İmparatorluğu kazınmış, Türklüğü ve İslâmiyet’i Anadolu’ya getirmiş olan Selçuklu Sultanlarının kabirlerinin bile yeri bilinmez olmuş. Türkçenin unutulmamasını sağlayan Karamanoğulları’na ise edilen küfrün haddi hesabı tutulmamış. Gel gör ki bugün aynı topraklarda yaşanan akıl tutulmasının bir açıklaması olabilir mi?
Ya da soruları kendi kendimize sorup kendimiz mi cevaplar bulmalıyız ?
Mesela: Kim, kimden ve neye karşı korunuyor? Ya da neden taraftarlaşıp, sivil, sıradan, sade vatandaşlara savaş pozisyonuna geçmeleri için baskı yapılıyor?
Bu durumda aklıma iki şey geliyor: Ya ortada artık devletin ve halkın güvenliğini tehdit edecek noktaya gelmiş bir akıl tutulması var. Ya da taraflar arasındaki şahsi çıkarların büyüklüğünün neden olduğu bir savaş. Ama cepheye sürülmek istenilen ise her dönem kuru ekmeğe muhtaç edilen sade vatandaş… O halde sade vatandaşın da taraftarlaşmadan önce durup düşünmesi ve en önemlisi de yakın tarihini iyi bilmesi gerekiyor.
Her dönemin şartları, olayları ve kişileri farklıdır. Yüz yıl öncesinin şartları ile bugünün şartları aynı olmadığı için aynı argümanlar ileri sürülemez. Aynı sonuçların alınmasını beklemek ise saflıktır.

Herkese Hayırlı Ramazanlar…

Daha Fazla Göster

Nurten Ertul

Gazeteci / Yazar

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu
Kapalı