Şiddetin Kök Nedenleri Nelerdir?
Şiddetle şiddeti normalleştiriyoruz.
Neden?
Hepimiz şiddet haberlerini okuduğumuzda ya da duyduğumuzda sinirlerimize hâkim olamıyoruz. Öfkemizi kontrol edemeyip şiddet içerikli bolca hakaret zengini cümleler kuruyoruz. Üstelik başkalarının bu kirli eğilimlerini eleştirirken kendimizin gerçeklik aynasına da bakmıyoruz. Yargılıyoruz, etiketliyoruz ve sanki kendimiz asla şiddete bulaşmazmışız gibi ahkâm kesiyoruz. Maalesef gerçek bu değil. Her birimiz şiddetin içindeyiz ve şiddet eğilimi içimizde yaşıyor çünkü şiddeti normalleştirmeyi marifet zanneden ailelerden yaratılmış bir toplumda büyüdük.
Bizim en cömertçe bahşettiğimiz duygumuz kesinlikle öfkedir. Sevgiyi bahşetmekte cimri, öfkeyi saçmakta bol gönüllüyüz. Bu yüzden en iyi ifade ettiğimiz duygumuz, öfke.
Arkanıza yaslanın ve hem kendinizin, hem de ailenizin anlattığı geçmiş aile hayatı anılarını düşünün. Etrafınızdan duyduğunuz şiddet temalı atasözleri, deyimleri de hatırlamaya çalışın. Bulamazsanız merak etmeyin, internette birkaç saniye araştırınca karşınıza çıkar.
Şiddet, toplumsal ve büyük kitleleri etkiliyorsa normalleşmesi daha kolay oluyor yani savaşta on binlerce insan ölüyor ve biz ona savaş neticesi diyoruz. Öznel şiddet haberlerine karşı kinimiz büyük, hırsımız çok, ağzımız kalabalık, klavyemiz keskin, cesaretimiz ekran arkasında takdirlik seviyede oluyor. Susmuyoruz. Düşüncelerimiz ile birlikte kirli şiddet içerikli kelimelerimizi de sosyal medya çöplüğünü kusuveriyoruz. Psikolojik olarak şiddeti kusma rahatlamasının ardından dünyayı değiştiremesek de sessiz kalmamanın mutluluğunu yaşıyoruz.
Şiddet, kendimiz yaşamadığımız sürece aslında çok da umursamadığımız bir şey. Şiddet eğilimi de, şiddete maruz kalmak da direk kendinle ilişkiliyse değer görüyor aslında. Düşüncenle, duygunla, fiziksel olarak şiddete dokunuyorsun ve nihayet o zaman ruhunda hissediyorsun. Aksi durumda sadece şiddetin etkisi, zihin duvarına bir bakıp çıkıyor.
Kendi sevdiklerine ya da sana zarar veren bir durum yoksa konuşup rahatladıktan sonra normal hayatına devam ediyorsun. Bu sosyal tepkime aslında. Peki, kişisel olarak yaşadığımız ve yaşattığımız şiddetin kök nedenleri neler ve neden normalleştiriyoruz?
Şiddet, genellikle kişiyi etkileyen psikobiyolojik faktörler ile dış çevre arasındaki etkileşim sonucunda ortaya çıkar. Biyolojik nedenlere bakınca bulduğum bilgiler şöyle; saldırgan davranışların genel olarak limbik sistem, frontal lob ve temporal lob ile ilişkili olduğunu gösterir. Hepsi Latince isimli beyin parçacıkları ve anlaşılması zor kelimeler gibi gelecek ama ben yine de yazayım, siz de her bilmediğiniz kelimenin anlamını araştırın sonrasında. Anlaştık mı? Devam ediyorum.
Nörotransmitterler da başımıza dert yaratanlardır. Serotonin metabolizması şiddet davranışının ortaya çıkışında oldukça etkili faktörlerden biridir. Bunun dışında beyin omurilik sıvısında bulunan 5-hidroksiindolasetikasit adlı maddenin azalması, norepinefrin ve L-dopa düzeylerinin ise artması durumunda şiddet eğiliminin ve saldırgan davranışların arttığı görülür. Bilimsel açıklama bu. Beynin canı sıkılıp azıcık karışınca ortaya alışılmadık şiddet eğilimi çıkabilir demek istiyor.
Limbik Sistem tanımını son dönemde sıkça sosyal medyadan duyuyorsunuzdur hatta okuyorsunuzdur. Hepimiz uzman kesildik. Beynin bu bölgesindeki yapısal durumlardan dolayı da kriz ve nöbetler gibi saldırganlık yaşanabiliyormuş.
“Endokrin Bozukluklar” diye bir tanımla tanıştım. Durumun kök nedeninin likit hali gibi sanki. Premenstrual yani bilinen adıyla “regli” ya da annelerimize göre tanımına bakacak olursak “aybaşı adet sendromu” sırasında meydana gelen hormonal değişiklikler kadınlarda saldırgan davranışlara yol açabiliyormuş. Sevgili Cem yılmaz bu durumla ilgili harika mizahi anlatımlarda bulunmuştu. “Hallerim geldi” başlığı altında epey güldürmüştü bizi.
Bunun yanı sıra alkol kullanımı sonucu baskılanan bazı beyin fonksiyonları dürtü kontrolünün engellenmesine ve muhakeme yeteneğinin azalmasına yol açıyor tabii. Alkol ve benzeri keyif verici maddelerin şiddet eğilimini büyük ölçüde artırdığı söylenebilir. Uyuşturucu madde kullanımında ve sonrasında, merkezi sinir sistemini etkileyen bazı patolojik durumlarda ve yetişkinlik döneminde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) varlığında saldırgan davranışların ve şiddet eğiliminin arttığı söylenebilir.
Çevresel Faktörlere baktığımızda yapılan araştırmalar doğrultusunda kalabalık yaşam ortamlarının şiddet eğilimini artırdığı, hava durumunun bile şiddet üzerinde etkili olduğu söylenebilir.
Sosyoekonomik nedenleri göz önünde bulundurursak; ırk ve ekonomik eşitsizlik gibi faktörlerden bağımsız olarak, ağır yoksulluk durumunun ve evlilik hayatında yaşanan sorunların şiddet ile ilişkili olduğu net bir şekilde anlaşılır. Aile yapısında bozulmaya neden olan sosyoekonomik faktörler de, bu ailelerde yetişen çocukların saldırgan davranışlarında artışa neden olur.
Psikiyatrik nedenlere bakacak olursak; Psikotik bozukluk olarak tanımlanan hastalıklardan manik tipteki bipolar bozukluk, şizofreni ve paranoid bozukluklar saldırgan davranışlarda artışa neden olabilir. Bu psikiyatrik rahatsızlığa sahip olan kişilerde hem çevreye hem kendilerine yönelik şiddet uygulama eğilimi gözlenir. Psikotik olmayan bozukluklardan ise travma sonrası stres bozukluğu yaşayan kişilerde; borderline, paranoid ve antisosyal kişilik bozukluklarında şiddet eğiliminde artış meydana gelir ve bu kişilerde saldırgan içerikli davranışlarla son derece sık karşılaşılır.
Psikososyal nedenler de var. Gelişim döneminde şiddete tanık olan veya maruz kalan çocukların yetişkinlik döneminde şiddet uygulayan bireyler olma olasılığı çok daha yüksektir. Benim en çok üzerinde durduğum özen gösterdiğim konu, tam olarak çocukluk dönemi şiddeti normalleştirme durumu.
Eşler, ilişkinin içerisinde tıkanıklıklar, anlaşmazlıklar yaşayabilir ya da çeşitli kök nedenler yüzünden evin içinde tartışmalar kavgalar olabilir. Oluyor da. Peki. Kavga ya da tartışma, şiddeti çağrıştıran her hangi bir faaliyet çocukların gözü önünde yaşandığında neler oluyor? Ağlamalar, hakaretler, darbeler, havada uçuşan kırılan objeler, gürültü, komşular, diğer aile fertlerinin davranışları derken çocuk o küçük bedenine ve zihnine fazlaca büyük gelen bir facia tablosunu izlemiş oluyor.
Kavgayı alışkanlık haline getiren ya da tek seferlik kavga eden aile çocuğunun yanında cömertçe öfkesini kusuyorken nedense barışma seansında aynı şekilde cömert olamıyor. Ne demek bu? Şu demek; kavgaya şahit olan çocuğunuz barışma anınıza şahit olmuyor. Biz kavga sonrasında ya yatakta barışan ya da hiç barışmadan hayatına kaldığı yerden devam eden, birkaç gün küslük sonrası canım cicim moduna geri dönen ailelerde büyüdük. Çocuğumuz şiddetin yaşanmasına sebep olanla maruz kalan arasındaki barışma seansına şahit olmadı. Birileri af dilese, diğeri affetse bunun bir suç olacağını çocukluğumuz anlardı. “Kol kırılır yen içinde kalır,” “Kan kus, kızılcık şerbeti iç,” denmeseydi, “Dayak cennetten çıkmadır,” , “Sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme,” öğüdü ile büyütülmeseydik, şiddet normal gelmezdi.
İşte tam da bu yüzden; çocuklarımızın şiddeti normalleştirmemesi için kavgaya şahit olmasının ardından içimizden gelmese bile sorumlu anne baba olarak karşılıklı durumu tanımlamaya, değerlendirmeye, haklı çıkmaya çalışmadan yaptığınızın bir hata olduğunu kabullenmiş tavrınızla çocuklarınızın yanında lütfen birbirinizden özür dileyin.
Barışmadan hayatınıza devam etmeyi alışkanlık haline getirmiş bir çift olabilirsiniz, buna sözüm yok. Bu sizin ilişki yaşam tercihiniz ama ben çocuğunuzu dolayısıyla hepimizin çocuğunu ve gelecek nesilleri kurtarmak için bu cümleleri yazıyorum dostum. Lütfen, psikolojik ya da fiziksel şiddet eylemlerini normalleştirme. Şiddet eğiliminde olan insanların iyi insan olmadığını çocuğun anlasın. Hataların ve suçların kabul edilmesiyle kalınmaması, özür dilenmesi gerektiğini ve mutlaka bir daha tekrarlanmaması için kendisini yetiştirmesi gerektiğini anlasın.
Her istediğine sahip olamayacağını, kimsenin onun etrafında yörünge gibi dönemeyeceğini ve kimseyi kendi hayatının merkezine oturtmaması gerektiğini öğrensin. Yaralı çocuklar yetiştirmeyelim ki onların nesli de yaralı olmasın.
Geçmiş yaralarımızın oluşturduğu kimliğimizin iki yaşam seçeneği vardır; ya yaşadıklarınızın aynısını etrafınızdaki herkese yaşatmak istersiniz ya da asla yaşatmamak çünkü yaşarken çektiğiniz acıları bilir empati yeteneğinizi aktive eder kimse acı çekmesin istersiniz.
Siz hangi yolu seçenlerdensiniz? Neden? Kendine dürüst ol dostum.