Köşe YazılarıUncategorized

GEÇİYORKEN UĞRADIK; RİYAD

Merhabalar. Hemen kaldığım yerden devam edeyim.

Dammamdaki otel odamıza döner dönmez nereye gidebiliriz diye araştırmaya başladık. Vizeden o kadar çok ağzımız yanmıştı ki, vizeli bir yere gitmek istemiyorduk. Vizesiz nereye gidebilirizin arayışındaydık. Bir de hem Arzunun, hem de benim daha önce gitmediğimiz bir ülke olmalıydı. Bu arada artık Asya taraflarına da gitmek istemiyorduk. Çünkü uçuşların çoğu, hatta hemen hemen hepsi Hindistan üzerindendi. Ve online Hindistan vizesi alsak bile öğrendiğimize göre 3 gün sürüyormuş vizenin gelmesi. Zaten Hindistan’a ve taraflara gidesimiz de kalmamıştı. O yüzden Suudi Arabistan çevresindeki ülkelerden birine gidelim dedik.

Neyse oraya mı, buraya mı derken, en uygun ve en yakın olarak Mısır’ı bulduk. İkimizde bir sürü ülkeye gitmiştik ama ne tesadüf ki seyahat severlerin en popüler destinasyonlarından biri olan Mısır’a ikimiz de henüz gitmemiştik. Bu yüzden rotamızı hemen Mısır’a çevirdik ve araştırmalara başladık. Mısır vize istiyordu ama anlaşılan oydu ki, havaalanında, ülkeye giriş yaparken kolaylıkla alabilecektik. Uzun araştırmalar sonucunda, ertesi gün için oldukça uyguna bir bilet bulduk. Riyad aktarmalıydı ve Riyadda 20 saat kalacaktık. Bahane ile Suudi Arabistan’ın başkentini de gezmiş, görmüş oluruz dedik. Hem de o kadar vize parası verdik, boşa gitmesin değil mi?

Sabahleyin kalkıp, hazırlanıp Uber çağırdık. O da ne, kocaman, gıcır gıcır, kıpkırmızı son model bir araba yaklaştı. Dünyanın bir çok ülkesinde Uber kullanmıştık ama bu kadar lüksüne denk gelmemiştik. Şoför de genç, konuşkan bir Arap’tı. Daha geçen hafta İstanbuldaymış, iş için gitmiş falan filan. Dammam’ın üçüncü büyük şehir olduğunu da ondan öğrendik. Sohbet ederek bir gün önce karanlıkta göremediğimiz, şimdi etrafımızı sarmalayan çöl manzarası eşliğinde, bir saat süren yolculuk sonunda havaalanına ulaştık. Ve sonunda bu şehirden kurtulacaktık.

Bir saat kadar süren yolculuk sonunda Riyad’a vardığımızda, nereye gidelim, ne yapalım derken, havaalanında metro istasyonu olduğunu farkettik. Ve şehir merkezine onunla gitmeye karar verdik. Gişede çalışan çocuğa sormaya çalıştık ama pek İngilizce anlamadığı için çevredekilerin yardımı ile, nereye gidebileceğimizi, durağın ismini ve bilet almamızın gerekmediğini, temassız banka kartlarımızı kullanabileceğimizi öğrendik.

Metroya bindiğimizde ilk şokumuzu yaşadık. Kadınlar erkekler aynı vagonlardaydık. Dubai de bile, kadınlar için ayrı vagonlar vardı. Belki burda da vardı ama bize denk gelmedi bilemiyorum.

Manzara yine pek farklı değildi. İki tarafımızda da çöl manzarası eşliğinde Riyadda metroda ilerliyorduk. Hala inanamıyorduk burada ne işimiz var diye. Bir kaç ay önce söyleseler Suudi Arabistan’a gideceksin diye hadi canım sen de der gülüp geçerdik herhalde. Ama şimdi burdaydık.

Bize tarif ettikleri, Riyad’ın Canary Wharf’u, finans merkezi Kafd’e (Kral Abdullah Finans Merkezi) varmıştık . Metro istasyonu inanılmaz modern ve gösterişliydi. Sonradan öğrendiğimize göre Metro oldukça yeniymiş.
O yüzden halk merakından sanırım, metroya iniyor biniyordu.

İndiğimizde de şaşkınlığımız devam ediyordu. Sanki az önce gördüğümüz çöllerin arasındaki S.Arabistan da değil de New York ya da Londra’da gibiydik. Etrafımızı koca koca modern gökdelenler sarmıştı. Çölden eser yoktu burda. Ve işin ilginç tarafı akın akın bir sürü insan bu kocaman binaların içlerine doğru yürüyorlardı. Biz de takıldık peşlerine, vardır bir bildikleri diye. Bu arada gerçekten akın ediyordu insanlar. Ve çoğunluğu kadındı. Kara çarşafları ve kara peçeleriyle sokakları doldurmuşlardı. İnanılır gibi değildi. Başka hiç bir renk yoktu, hepsi simsiyah.

Yakın bir dönemde uygulanmaya başlayan yeni kurallar, modernleşme adımları sanırım yıllardır evlerde kapalı kalan, araba kullanmaktan bile men edilmiş kadınları sokağa dökmüştü. O kadar çoklardı ki inanamıyorduk. Ve işin başka bir ilginç tarafı, elimizde valiz, açık saçlarımız ve çarşafsız hallerimizle yabancı olduğumuz çok belli olmasına rağmen kimse bize, tuhaf gözlerle bakmıyor ve rahatsız etmiyorlardı.

Kalabalık ile birlikte ilerledikçe, bankaların, finans şirketlerinin arasında kafelerin falan olduğu bölgeye gelebildik. Bir yere oturup bir şeyler yemek isterken yine karşımıza tanıdık bir kafe çıktı; Starbucks. Hemen girdik. İçeride, finans merkezi olduğu için oldukça da çok yabancı vardı. İlk kez kendimizi yalnız hissetmedik.

Yiyecek ve içeceklerimizi alıp internete bağlandık ve buradan sonra nereye gidebiliriz diye bakmaya başladık. Pek de gezmeye görmeye değecek bir yer yok gibiydi, ya da en azından bize öyle geldi. Zaten fazla vaktimiz de yoktu. Hava kararmak üzereydi. O yüzden metro ile gidebileceğimiz en yakın noktayı seçtik; Kingdom Tower (Kraliyet kulesi). Kule dediklerine bakmayın, oldukça modern gökyüzünü delecek gibi uzanan kocaman modern bir binaydı. İçinde 5 yıldızlı bir otel, piano eşliğinde şarkı söyleyen bir bayanın bulunduğu oldukça lüks bir restaurant, kafeler ve de daha yeni yeni tamamlanmakta olan bir alış veriş merkezi vardı.

Gerçek palmiyeleri aratmayan upuzun yapay palmiyelerin gölgesinde bizi itinayla bekleyen, Suudi Arabistan gezimizin en sadık dostu Starbucks’a oturduk. Bu arada Mısır’a uçağımız ertesi gündü. Kalacak yere ihtiyacımız vardı. Yine araştırmalara başladık ve bir otel ayarladık. Otelimize giderken yine tanıdık bir yüz gördük, Mc Donald’s. Karnımızı doyurup öyle gidelim otelimize deyip girdik içeriye. İlk gördüğüm, dikkatimi çeken şey, aile masasıydı. Loca gibi hemen girişte iki tane masa vardı. Aralarında paravan vardı ve yan taraflarında da perde vardı. Yani masaya oturunca perdeyi kapatıp ailecek, peçelerini açıp yemek yiyebilecekleri bir ortam yaratmışlardı. İlginçti.

Burger’larımızı yedikten sonra otelimize gittik.
S. Arabistan’daki son gecemiz olduğunu umarak uykuya daldık. Buradan sanki hiç kurtulamayacakmışız gibi geliyordu.

Daha Fazla Göster

İlkgül Karaca

Gazeteci / Yönetici

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu
Kapalı