Köşe Yazıları

Ispartalı Eşekçi Ahmet’in oğlu Sıpa Hüseyin

Son dönem Osmanlı Padişahlarından III. Selim, IV. Mustafa II. Mahmut, Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murat ve II. Abdülhamid’in yaşamlarını incelediğinizde dönemin ünlü paşalarından çektiklerini başka hiçbir şeyden çekmemişlerdir. Bunların ismini yazmakla bitiremeyiz. Onların bazıları Alemdar Mustafa Paşa, Mustafa Reşit Paşa, Mustafa Fazıl Paşa, Ziya Paşa, Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa ve Süleyman Paşa’ydı. Bu kişiler bugün bile hala adından söz ettirmektedir.

Lâkin bunların içinde bir Hüseyin Avni Paşa var ki, sanki devlette kaos ve kargaşa çıkarmakla özel görevli?

Bu zat kimdir neler yapmıştır?

Hüseyin Avni, 1821 yılında Isparta’nın o zaman köy olan Gelendost karyesinde doğdu. Çok mütevazı (gösterişsiz) bir aileden geliyordu.

Üstelik ailenin şöhreti iyi değildi.

Babasının adı Eşekçi Ahmet idi. Bu Ahmet, Eğridir eşrafından Hacımemişoğlu’nun uşağı idi. Bu sırada İkinci Mahmut, yeni açtığı Harbiye Mektebi’ne subay yetiştirmek için, Anadolu’da belli başlı eşrafın oğullarından birinin askerî öğrenim için İstanbul’a gönderilmesini emretti. Hacımemişoğlu, kendi oğlundan ayrılmak istemedi. O yüzden, uşağı Eşekçi Ahmet’in oğlu Hüseyin Avni’yi (nam-ı diğer Sıpa Hüseyin’i) İstanbul’a yolladı.

Zaten Hacımemişoğlu, Hüseyin Avni’yi çocuğu gibi yetiştirerek önce Gelendost’ta köy okulunda sonra da Eğridir Medresesi’nde okuttu. Hüseyin Avni, 1836’da İstanbul’a geldiğinde daha 15 yaşındaydı. Kalacak yeri olmadığından tek tanıdığı olan ve Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde müderris olarak görev yapan dayısının yanına gitti. Bu Medresede bir süre Kur’ân ve Arapça okudu. 1837 Temmuzunda nefer (er) olarak Harbiye’nin hazırlık sınıfına alındı. 8 ay sonra imtihanla onbaşı, 1839 Temmuzunda çavuş, sonra başçavuş oldu. 1842’de Harp Okulunu bitirerek 21 yaşında mülazım (teğmen) rütbesini aldı. O yıl mezunlarından 5 teğmen Harp Akademisi’ne ayrıldı, biri Hüseyin Avni Efendi idi. 1849’da erkân-ı harp kolağası (kurmay kıdemli yüzbaşı) rütbesiyle 28 yaşında Harp Akademisi’nden çıktı.

Hüseyin Avni Efendi, 1852 Haziranında binbaşı rütbesi ve “bey” unvanı ile Harbiye’ye taktik öğretmeni olarak tayin edildi. Daha sonra sırasıyla Şumnu (Bulgaristan), Sofya ve Vidin (Bulgaristan)’de bulunan askeri teşkilatların başına getirildi.

Osmanlı ile Rusya arasında 1853 yılında başlayan Kırım Harbinde görev aldı. Bu savaşın önemli bir bölümünü oluşturan Çatana Meydan Muharebesi’nde Rus Ordusu’nun yenilmesinde hizmet etti. Muharebede bir Rus güllesi, bindiği atın kellesini koparıp aldı. Fakat kendisi çok büyük bir yara almadı. Çok beğendiği At’ının ölmesi üzerine Kumandanı Mirliva Çerkez İsmail Paşa, kendisine bir at hediye etti. Modern Türk Ordusu’nun Ruslara karşı ilk zaferine katıldığı için bu başarı siciline işlendi ve çabuk yükselmesinin nedenlerinden biri oldu.

O zamanlar, Osmanlı Devleti’nde askerî veya mülkî bir görevde yıl geçirerek değil, liyakat ve başarı veya teveccüh üzerine rütbe alınırdı. Aynı sınıf mezunu bir kurmay albayın yanında, aynı kıdemde müşir (mareşal) rütbesine çıkanlara rastlanırdı. Bu sistemin faydası kadar zararı da çoktu.

Çatana zaferi üzerine Padişah Sultan Mecit, Hüseyin Avni Bey’e altın kabzalı kılıç, albay rütbesi ve 5. rütbe olan MecîdîNişânı’nın yerine 4. Rütbe nişan verdi. Sonra mirlivâ (general) olarak Kars’a, oradan Şumnu’ya gönderildi.

Hüseyin Avni bu görevleri sonrası şöhret basamaklarını bazen başarıyla bazen de teveccüh ile hızlıca çıktı. 1863’te müşîr (mareşal) rütbesiyle Birinci Ordu (İstanbul) Kumandanı, bir ara Serasker (millî savunma bakanı) vekili oldu.

Hüseyin Avni’yi Bitiren hatası

Hüseyin Avni, Birinci Ordu Kumandanı iken, hayatının en büyük hatasını yaparak kendisini tarihte eşine az rastlanır bir maceraya sürükletti. Bu olay şöyle gelişti:

Hüseyin Avni Paşa, Fuat Paşa’nın himayesinde bir askerdi. Ali Paşa, (Tanzimat Paşaları diye geçen bu Paşalar o dönemde mahşerin üç atlısı gibiydiler. Bunların birincisi Mustafa Reşit, ikincisi Ali, üçüncüsü Keçecizade Fuat Paşalardı.) davranışından ve fizyonomisinden hoşlanmadığı için Hüseyin Avni Paşa’yı pek tutmuyordu. Ancak arkadaşı Fuat Paşa’nın askeri olduğunu bildiği için sesini çıkarmıyordu.

Üstelik Hüseyin Avni Paşa, devrinin en iyi askerlerinden biri olarak tanınıyordu. Genç yaşına rağmen devletin en yüksek askerî rütbelerinden biri olan Birinci Ordu Kumandanlığı kendisinden esirgenmemişti.

Padişahlar her Cuma günü, bir camiye namaza giderlerdi. Cami içinde dinî olan bu tören, cami dışında padişahın saraya gidip gelişinde tamamen askerî bir gösteri halini alırdı. Dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar, halifelerini görürler, Avrupalılar Türk birliklerini seyrederler, İstanbul mahşer gününe dönerdi.

“Cuma Selâmlığı” denen bu mühim imparatorluk törenine, devlet adamları da katılırdı. İstanbul’daki Birinci Ordu Kumandanının da katılması tabiî idi. Böyle bir Cuma günü Avni Paşa da büyük üniforması ile nişanları ve müşir apoletleriyle törene katılmıştı. Törene Hânedân’a mensup kadınlar da katılırlar, yalnız kadınların Cuma namazı kılması bahis mevzuu olmadığı için, kapalı saltanat arabalarının içinde avluda padişahın camiden çıkmasını beklerlerdi. Böyle bir törende Hüseyin Avni Paşa, Sultan Abdülaziz’in eşlerinden bir Kadın-Efendi’ye sözle sarkıntılık etti…

Böyle bir şey, Osmanlı tarihinde ne görülmüş, ne işitilmişti. Padişah eşleri Türk imparatorluk düzeninde, kraliçe protokolündedir. Yapılan sözlü taciz bir bakıma görülmemiş derecede ağır bir suçtu, bir bakıma da seviyeli bir külhanbeyine bile yakışmayacak bir hafiflikti ama garip olan, Hüseyin Avni Paşa’nın mizacını göstermesiydi.

Olay duyulunca Hüseyin Avni Paşa, Birinci Ordu Kumandanlığından alındı. 14 ay hiçbir görev verilmedi, fakat maaşını aldı.

Padişah cezasını çektiğini düşünerek bir müddet sonra affetti. Hüseyin Avni, ardından Bosna-Hersek eyalet valiliğine tayin edildi. Buradan Yanya ve Tesalya tümenlerinin kumandanlığına onun ardından da 1867’de Girit eyalet valisi oldu.

Girit’te iki yıl kadar görev yaptıktan sonra 9 Şubat 1869’da Serasker (savunma bakanı) olarak ilk defa imparatorluk kabinesine girdi. Bu sırada 48 yaşında idi…

1870’de Hüseyin Avni Paşa’ya 1. rütbe Mecîdî Nişânıverildi. 2 yıl, 7 ay seraskerlikte kaldı. Bu müddet içinde beğenmediği generalleri ya emekliye ayırdı, ya İstanbul’dan uzaklaştırdı. Emrinden çıkmayacak generalleri İstanbul’a tayin etti ve kendisine bağladı.

Bizim Sıpa Hüseyin yine durmuyor

Böylesine bir ikbâl içinde iken, 8 Eylül 1871’de seraskerlikten azledilmekle kalmadı, rütbesi ve nişanları alınıp askerlikten tardedilerek (uzaklaştırılarak) Isparta’ya sürüldü. Aldığı ceza Tanzimat Türkiye’sinde emsali az görülmüş bir cezaydı.

Bu defaki suçu da gene ırz ve namus meselesine taalluk ediyordu. Harem-i Hümâyûn’un “hazinedar” denen çok yüksek rütbeli cariyelerinden Arz-ı Niyaz Kalfa ve muhtemelen Padişah cariyelerinden (hizmetçi kızlardan) bir veya ikisi ile münasebet kurduğu ortaya çıkmıştı.

Padişahın Avni Paşa’ya bu defaki tepkisi ve verdiği ceza sert oldu. On bir ay rütbesiz bir adam olarak Isparta’da oturması kararlaştırıldı. Burada kaldığı sürede çevresini kumarı alıştırdı ve vaktini bu şekilde geçirdi. Bu yaptığı ile Isparta’ya kumarı getiren kişi olarak tarihe geçti.

Fakat paşa tüm bu yaşananlardan sonra, padişaha sönmez bir kin beslemeye başladı.

Sıpa Hüseyin Avni ki, bundan sonraki yaptıklarıyla Türk Tarihinin kaderini değiştiren kişi olarak kayıtlara geçti. Ancak ölümü de kendisinin diğer insanlara yaptığı gibi oldu. Yani “insan yaşattığını yaşamadan ölmez” deyimiyle müsemma bir ölüm yaşadı.

Daha Fazla Göster

Abdullah Şahin

Tarihçi – Yazar

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Göz Atın

Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı