kültür sanat

Cemal Süreya yüreğinden hayat…

Sessiz bir İstanbul tepesinden güneşe bakarken karanlıktı zihninden geçenler. Kendi gözlerindeki derin ışığı fark etmeden karanlık zihnin içinde aydınlık bir anı arıyordu gözleri. Zihinsel gölgelerin karanlığı ile hayatına bakıyordu. Kimsenin göremeyeceği bir yerden bakıyordu hayata, Cemal Süreya yüreğinden…

“Vuslatta aşk yoktur,” der, mutluluk tanımı ile anılan aşk hikâyesi sonlarına inanmazdı. Onun için aşk; ruhu kanattıkça, coşturdukça, kıskaçlarıyla sıkıştırdıkça yaşanabilirdi.

Gözleri bir çift göze aşkla dokunursa, başka gözleri görmez, aşkla baktığı gözlerinde başkalarına karşı kör olmasını isterdi. Ülke dolusu göz bakıyordu ona ancak onun gördüğü yalnızca kendi aşk bedeninin gözleriydi. Yosun gibi, çam gibi, kömür gibi, bal gibiydi o gözler. Her birinin doğa hazineleriyle anlatılabilir hikâyesi vardı.

Cemal’e dokunan gözler kırmızılaşırken, gülümsemeleriyle hüznünü gizlerdi. Dev kahkahalarına hiçbir zaman gözleri eşlik etmezdi. Mutsuzum diyemez, mutsuzluk hissettirirlerse Cemalsiz kalırdı yürekleri. Cemal, yaşadıklarından şikâyet eden memnun olmadığı hayatın içinde zorla yaşamak için direnenlere karşı saygısızdı çünkü “Hayat kısa, kuşlar uçuyor,” derdi.

Cemal’i sevmek, hüzünle dostluktan, aşk acısından geçenlerin işidir. Cemal’i sevmek, gözlerinden olur olmaz zamanlarda acısı sızanların işidir. Cemal, gözlerin pınar hükümdarı, yüreklerin aşk terbiyecisidir.

Cemal’i sevenler; sevgi ve şefkat açı, kırılgan, korunmaya muhtaç bir yüreği gördüğünde sarıp sarmalar, limitsizce ve beklentisi olmadan, sevgisini şefkatini bahşeder. ”An ki fıskiyesidir sonsuzluğun, keşke yalnız bunun için sevseydim seni,” inanışıyla sevmek, Cemal Süreya’nın yüreğinin işidir.

Cemal onu sevenlere hayata gözleriyle değil, ruhu ile bakmayı öğretir. Usulca sızar kelimelerden oluşturduğu trenleri boyunca hayatlara. Cemal’in trenleri vardır. Daima, lokomotif dolusu aşk ve keder yüklü trenleri oldu.

Cemal, huzur arayana huzur, aşk dili öğrenmek isteyene disiplinli bir eğitmen, kederiyle başa çıkamayanlara omuz, aşkını dile getiremeyenlere aşkça bir lügat olur.

Daima severdi, aşktı. İsterdi, yanardı, sarardı ama mutlaka yakardı, yıkardı, yıkılırdı. Kimi zaman pişman ederdi seveni, pişman olurdu sevdiğine ama yine de kuvvetlice severdi.

Cesedin içinde atan bir yüreği olmadı hiçbir zaman. Yaşamak tanımının içinden çıkmadı yaşantısı. Dibine kadar keder, dibine kadar aşk sancısı, sonuna kadar aşktı Cemal. Gülbeyaz annenin Cemalettin’i bizim Cemal’imiz her aşkla yeniden doğardı…

Cemal Süreya aşk günü doğmuştur ama Cemalettin Seber, 1931’de doğunun serin yazında bir Ağustos günü, Tunceli Pülümür’ün en güzel annesi, beyaz bir kadının kucağında emdi ilk sütünü. Herkesin kendi annesi için tanımladığı gibi en güzel anneydi minik Cemalettin’in annesi. Yolları az bir memleketin topraklarında doğmuş, uçsuz bucaksız bir çocuktu Cemalettin.

Annesi Güllü Hanım’ın beyaz teni etrafındaki herkes tarafından dikkat çektiğinden adındaki Gül’ü beyaz teni ile birleştirip Gülbeyaz adıyla çağırır komşuları. Erzincan’ın Karataş Köyü’nden gelip Cemalettin’in babası Süslü Hüseyin’in yüreğine düşer Gülbeyaz Anne. Annesi çok küçükken ölmüştür ve babası Çanakkale’de şehit düşer. Gülbeyaz kimsesiz kalınca küçük yaşta hem tanımadığı bir adamın kadını, hem de anne olur. Kocası Hüseyin Seber, Erzincan’da şıklığı, temiz giyimi ve kibarlığı ile tanındığı için lakabı Süslü’dür. Süslü Hüseyin’in oğludur Cemalettin. Uzun yolların efendisi olarak ekmeğini kazanan bir adamdır ama kılığı kıyafeti, nezaketi ile yaşantısı meslektaşlarına benzemez. Hüseyin’i gören tüccar ya da bürokrat olduğunu düşünürmüş.

Cemalettin, kardeşi Kemal bebekken ölür. Kemal’den sonra doğan Perihan ve Ayten ile birlikte çok uzun yıllar birlikte yaşayamaz. Cemalettin’in bütün hayatı boyunca hayranlık duyduğu heveslendiği tek şey mutlu ve büyük bir aile olarak yaşayabilmektir. Bunun kök nedeni ise tam bir aile olarak yaşayamadığı çocukluğunun kırık dökük anılarıdır.

Cemalettin Seber, bugün Cemal Süreya adıyla bilinen önemli bir edebiyatçıysa bunun tek kaynağı annesi Gülbeyaz Hanım’dır. Çelimsiz oğul Cemalettin, hırçın ve huysuzdur. Birçok kez havale geçirir. Zor yedirilir ve zor yönetilir bir çocuktur. Gülbeyaz Hanım, duygularını çok ifade edemeyen huysuz oğlunun ruhunu okuyabilen tek kişidir.

Cemal Süreya’nın hayatına edebiyat tohumlarını atan da annesidir. Kendi atalarından duyduğu aşk efsanelerini anlatır Cemalettin’e. Gülbeyaz’ın kendine has anlatım şekli, yaşatarak anlatma isteği, vurguları, canlandırmaları Cemalettin’in keyifli bir film izler gibi annesini izlemesine aynı anda anlatılan hikâyeleri yaşamasına neden olur. Ağaç gölgesinde anlatılan hikâyelerin içinde edebiyatın içinde yoğurulur. Bu hikâyeler sayesinde Gülbeyaz Hanım zor yiyen oğluna pişirdiği Babikkoları, Evelik Dolmalarını tıkar gibi besler. Yatmadan önce bir an evvel oğlunun büyüdüğünü görmek isteyen Gülbeyaz Anne, masalların içine bir bardak ballı süt ekler. Gülbeyaz kısacık bir hayatı olacağını bilir gibi bir an önce oğlunu kuvvetlendirip büyütmeyi kendine görev edinir.

Cemalettin annesiyle birlikte yaşadığı 6 yılın tüm hayatını etkileyeceğini bilmeden onunla yaşadığı anıları biriktirmektedir. Dersim olayları sebebiyle Cemal Süreya’nın ailesi Bilecik’e sürgüne gönderilir. Gülbeyaz Hanım henüz 23, Cemalettin 6 yaşındadır. Gülbeyaz, Cemal, Perihan ve Ayten’den sonra yeniden hamiledir. Bu sürgün yolculuğu Cemalettin ile annesinin çıktığı son yolculuktur. Şeyh Edebali Türbesi yolu üzerinde, odalarının pencereleri Yediler Tepesi’ne bakan önden bakınca tek katlı arkadan bakınca çok katlı büyükçe bir eve yerleşirler.

Önceki hayatlarından eser yoktur. Fakirleşirler. Yeni hayatlarına başlayalı henüz 6 ay olmuştur. Annesi bebeğini düşürünce aşırı kanamadan hayatını kaybeder. Cemalettin’in şefkat pınarı kurumuştur. Annesiz kalan Cemalettin, bir süre sonra iş için babası ve kız kardeşlerinin İstanbul’a gitmelerinin ardından hem anasız hem de babasız kalır. Onu bu hasretten kurtaran, halası Fatma’nın İstanbul’a yerleşmesidir. Halasının yanına yerleşir ve okula başlar. Kız kardeşlerini ara sıra görmeye gider.

Cemalettin hiçbir zaman sıradan bir ilkokul çocuğu olmamıştır. Okumayı öğrenir öğrenmez annesinin ona anlattığı hikâyelerin yazılı olduğu kitapları bulur ve okumaya başlar. Halk Edebiyatı’nı sever. Hz. Ali’nin Cenkler Kitabı’nı defalarca okuduğundan bahseder. Kahramanlık ve savaş hikâyeleri her zaman ilgisini çeker. İlkokul 3. Sınıfta “Suç ve Ceza” yı üç kez okur. “Karamazov Kardeşler” i beş kez okumuştur. Dostoyevski hayranıdır ve onun edebiyatçı olarak bilindiği bu dünyada kendisini edebiyatçı olarak tanımlamanın hadsizlik olduğunu düşünür.

Edebiyat için yoğrulmuş zihnine karşılık matematiğe aşırı ilgisizidir. Saat kavramlarını 5. Sınıfta öğrenmiştir. Spor düşkünüdür. Dönem delikanlıları gibi futbol sever. Lefter hayranıdır. Fenerbahçe taraftarı olmasına rağmen; “Ensesiyle top alır. Baldırıyla, oyluğuyla hatta bademciğiyle” diyerek tanımladığı Metin Oktay’a da büyük saygı duyar.

İlkokula İstanbul’da başlamıştır ama Bilecik’te bitirir. Büyüdükçe içindeki huzursuzluktan kurtulmak için yazmaya başlar. İlkokuldan itibaren popüler bir öğrencidir. Çıkarttığı dergi ve edebiyat çalışmaları eğitmenleri tarafından takdir kazanır. Zorunlu kompozisyon yazma ödevlerinden nefret eden arkadaşları için Cemalettin, sınıfın gözbebeğidir. Matematik dehası arkadaşları edebiyat görevlerini Cemalettin’e yıkar hatta kızlara yazılacak aşk mektuplarını bile ona yazdırırlar. Matematik eksikliklerini edebiyat ödevlerini yaptığı arkadaşlarının verdiği kopyalar sayesinde tamamlar.

Bilecik’te amcası Memo’nun oğludur. Babası kendi hayat mücadelesi içinde Cemalettin’i çoktan unutmuştur. Amcasına hayran Cemalettin, sürekli onun yanındadır. Ana rahminde mayalanan insan, çocuklukta yetişkin olur aslında. Çocukken ne yaşarsan büyüdüğünde de o olursun. Babası tarafından dayağa alıştırılmış Cemalettin yine teselliyi baba kucağında bulur. Bu öğretilerle büyümesi sanki yetişkin olduğunda sevdiklerini incitme hakkı verir. İncitip yıktıktan sonra da kendi ellerinle o yıkıntıyı kaldırma arzusu olur. Şefkat açı Cemalettin hayatı boyunca bu tarzda ilişkiler yaşar ve pişmanlıklar içinde hüzünlü lokomotifler biriktirir. Cemalettin’in kısa süren çocukluğu, erken olgunluğu, onu yetişkinliğinde biraz çocuk, biraz adam yapacaktır.

Küçük edebiyatçı Cemalettin dünyaca ünlü edebiyatçıların isimlerini inceler. Kendi ismini beğenmez. Bu sebeple ilk adını Cemal olarak kısaltır, soyadına ise üç isimli olma arzusunu gerçekleştirmek için Süreyya ismini ekler.

Ortaokulu Bilecik’te okuduktan sonra İstanbul’da Haydarpaşa Lisesi’ne kayıt olur. Lise yıllarından itibaren en sevdiği faaliyet mektup yazmaktır. Cemal’in daima hayali sevgilileri ve onlardan gelen mektupları vardır. Gelen mektup ile cevap mektubunu yazan aynı kişidir ama o hayali aşk, ona en çok haz veren faaliyettir.

Ankara Üniversitesi’nde İktisat ve Maliye Bölümü’nü bitirir. Mülkiye yıllarından itibaren, okulun kantininde kalabalık içinde yazılarını yazmayı alışkanlık haline getirir. O kalabalığın uğultulu hengâmesi içinde, yanından gelip geçenler, selam verenler, yanına davet eden akranlar, hayran gözlerle onu izleyen edebiyat aşığı kızlara bakarken kalabalıklarda üretmek alışkanlığı olur.

Üniversite yıllarındaki en yakın dostu Sezai Karakoç ile birlikte aynı kıza âşık olurlar. Sınıf arkadaşları Muazzez Akkaya’ya âşıktırlar ve bu aşk bir rekabet yaratır. Aralarında iddia konusu olur. İddiaya göre eğer kazanan Cemal Süreya olursa, Sezai Karakoç’un soyadı “Karkoç” olacaktır. Eğer Sezai Karakoç kazanırsa Süreyya soyadı “Süreya” olarak değişecektir. Kazanan Sezai Karakoç olur. Sezai Karakoç bir şekilde Muazzez Hanım’ı aşk için ikna eder. Cemal Süreya’nın soyadı değişir ancak intikamı acı olur. Muazzez Hanım’a bu rekabet durumunu ifşa eder. Muazzez Hanım, Sezai Karakoç’u hayatından çıkartır ve Sezai Karakoç’un ölümsüz “Mona Roza” şiiri tam da bu aşk için yazılır.  Cemal Süreya “Elma” adlı şiirinde bu soyadı hikâyesini işaret eder. Bu olay asla Sezai Karakoç ve Cemal Süreya dostluğunu lekelemez.

Ankara’ da Milli Savunma Bakanlığı ARGE Başkanlığı’nda yedek subay olarak askerlik görevini tamamlar. İşi askerde de yine rakamlardır. En sevmediği ders, matematik, hayatını kazanması için ana kaynak olur. Uzun yıllar görev yaptığı maliye çevrelerinde tüm yolsuzluklara karşı tutumda olan saygın bir bürokrat olarak tanınır.

Üniversiteyi bitirdikten sonra Maliye Bakanlığı’nda müfettiş yardımcısı olarak başladığı görevini uzun yıllar devam ettirir. Görevi sebebiyle birçok şehir hatta ülke gezer. Birçok insan tanır. Kısa bir dönem Darphane Genel Müdürlüğü yapar. İstifa ve geri dönüş sonrası 1982’de emekli olur. Hassas ve dikkatli bir bürokrattır.

Hiçbir zaman siyasi bir kimlik olmak istemez. Atatürk konulu bir şiir yazmadığı dikkat çekse de, birçok şiirinin içinde Atatürk’ü işaret eder.

Aşktan eksik, şefkatten öksüz, fakirlik ve çaresizlikle yaşanmış bir çocukluk, gençlik ve yetişkinlik yaşar. Babasının annesinden sonraki ilk evliliği Cemalettin ve kardeşleri için kâbus gibidir. Üvey anne Elmas, Cemalettin’i evde istemez hatta acımasızca onu zehirler. Kız kardeşleri ise zulüm içindedir. Her gün çeşitli bahanelerle üvey anneden dayak yerler ve babaları bu duruma karşı hem kör, hem de sağırdır, umursamaz. Nihayet bir gün Elmas’ın işlediği bir cinayet yüzünden üvey anneden kurtulurlar. Yıllar sonra babası Refika Hanım ile evlendiğinde Cemalettin yeniden şefkatli bir annenin kucağındadır ancak Cemalettin artık yetişkindir. Çocukluk arsızlığı yapacak durumda değildir. Hayatı boyunca kadınlarda aradığı şefkatin ve aile kurma özleminin nedeni Cemalettin’in eksik çocukluğunun eseridir.

“Önce öp, sonra doğur beni,” cümlesinden de anlaşılacağı gibi tek ihtiyacı şefkatli bir kadın yüreğinde aşkça yaşamaktır. Hayatı boyunca daima taşınmak zorunda olan Cemal Süreya’nın “Bayan En Nihayet” diye tanımladığı eşi Birsen Sağnak ile yaşadığı ev, onun son durağıdır.

Sırasıyla eşlerini tanımlamak gerekirse; Kızı Ayçe’nin annesi “Acemice aşk kazası” Seniha Hanım, “Bayan Nihayet” diye tanımladığı ego rakibi, oğlu Memo’nun annesi Zühal Tekkanat, bir yıllık hayat rötarına maruz kalmasını sağlayan eşi Güngör Demiray, en fırtınalı, en savuran, hırpalayan, derin aşkın kahramanı, kimliksiz, etiketsiz aşkı, Tomris Uyar ve “Bayan En Nihayet” olarak bilinen Birsen Sağnak diyebiliriz. Huzurun ve hakiki ailenin gerçek tanımını Birsen Sağnak ile yaşar.

Devlet görevinden istifa ettikten sonra gelirinin büyük bir kısmını çevirilerden elde eder. Dergi, gazete gibi faaliyetleri paylaşımla işleyen faaliyetleridir ve bu işlerden fazla geliri yoktur. Devlet görevinden ayrılmasının ardından ruhunu daraltan takım elbiseli günleri de son bulmuştur. Kendini daha huzurlu hisseder.

Seniha Hanım ile ayrılmasına neden olan en meşhur olmuş ilk kitabı “Üvercinka” dır. Kitabın ilk basımının kutlamaları evinde dostları için hazırlanan bir sofra başında olur. Seniha Hanım ve misafirlerle birlikte ilk kitap heyecanını yaşarken, misafirlerden biri Üvercinka şiirini okumasını ister. Cemal Süreya şiiri okur. Seniha Hanım o şiirin kendisi için yazılmadığını fark edip hiddetlenir. Yerinden fırlar ve kitaplığa dizilmiş Üvercinka kitaplarının tamamını misafirlerin gözü önünde önce yırtar ve sonra da yanan sobaya atarak yakar. Bu Cemal Süreya için Seniha ile birlikte yaşadığı son gecedir. Misafirler gidince Seniha’yı feci şekilde döver ve bu sebeple pişmanlık hissedip bileklerini keserek intihar eder. Karısı sayesinde kurtulur ama evliliklerini kurtarmak artık mümkün değildir.

Cemal Süreya’nın en önemli bilindik dostu Ülkü Tamer, Edip Cansever’dir. Turgut Uyar ile de yakındır ancak Turgut onun en kıymetli aşkını elinden alan bir adamdır. Diğerleriyle yaşananlara bakılırsa onunla çok da samimi değildir. Oysa kendisi de en yakın dostu Ülkü Tamer’in aşkı Tomris’i onun elinden koparırcasına alır ama dostlukları hiç bozulmaz.

Edip Cansever ile dostluk anıları çoktur. Alıngan Cemal Süreya’nın olmadık zamanlarda bazı konulara fazla takıntılı olması, gereksiz küslüklere neden olur. Bir gün Edip Cansever’in “Cemal Süreya’ya içki içmeyi ben öğrettim,” cümlesi ikili arasında derin bir kırgınlık yaratır çünkü Cemal Süreya hızla onun duyacağına emin olduğu bir topluluk içinde “ Edip Cansever’e de şiir yazmayı ben öğrettim,” der. Bu cümleler uzun zaman küslüklerine neden olur. Bir gün bu küslüğe son vermek isteyen ikili birlikte dergi çıkartırlar ve ardından Cemal Süreya topluluk önünde, “ İlan ediyorum, bana içki içmeyi Edip öğretti,” der ve barışırlar.

Cemal Süreya, hayatının en büyük aşk kazasını yaşar. Ankara Sanatseverler Derneği’nin düzenlediği bir gecede dostu Ülkü Tamer’in karısı olarak kolunda asılı gelen Tomris’e kalbini kaptırır. Cemal Süreya o sıralarda hala Seniha Hanım ile evlidir ve bir türlü boşanamamaktadır. Ülkü ve Tomris çifti de henüz bebekleri Ekin’i kaybetmiştir. Ekin bebek doğduktan birkaç zaman sonra Tomris Hanım bir gece onu emzirirken uyuya kalır ve bebek gür gelen sütü emmeyi başaramayınca boğularak can verir. Tomris bu durumdan kendini suçlu hissettiği için psikolojisi oldukça bozuktur. Evlilik monotonluğundan da sıkılmış, onları bağlayan hiçbir kuvvet kalmadığı için de bir an evvel yaşadığı mecburi evliliğe son vermek niyetindedir. Cemal’in yüreğine karşılık o gece kendininkini ona hediye etmiştir.

Çok zaman geçmeden hızla Tomris bu aşkın pençesinden çıkamayacağını anlar ve Ülkü Tamer’den resmen ayrılır. Cemalettin’in boşanma davası devam eder. Evlenemezler ama zaten ortak kararları asla evlenmemektir. Evlilikle aşkın esaret altına alındığını düşünürler. Zannettiğiniz gibi Ülkü, Tomris ve Cemal kanlı bıçaklı değildir, aksine dostlukları sürdüğü gibi bir de Cemal’in rüyası olan “Papirüs Dergisi” ni çıkartırlar.

Derginin çıkması için gerekli finansı sağlayamadıkları için çırpındıkları bir gün Edip Cansever yazıhaneye gelmiştir. Cemal Süreya, onurlu ve pek yardım isteyemeyen bir kişilikte olduğu için hiçbir dostuna müşkül durumunu anlatamaz. Edip Cansever, Cemal’in huyunu iyi bilen ender dostlarından biridir. Yazıhanede huzursuzluk yaratan bir sorun olduğunu fark eder. Belli ki ekonomik nedenlerden dolayı derginin basımı durdurulmuştur. Bir anda yerdeki halıya odaklanır ve Cemal’e “Bu antika halıyı nereden buldunuz? Çok değerli bir parça, bana satın bunu,” der. Edebiyat dünyasının dışında Cansever, Jack adında bir dostu ile ortaklaşa antika tüccarlığı yapmaktadır. Halının antika olmadığını anlayacak kadar işinin ehlidir ancak yardım etmek için o halıyı bu gerekçe ile almanın en doğru hamle olduğuna karar verir hatta inandırıcılık sağlamak için Jack’ı yazıhaneye çağırır ve halıyı incelemesini ister. Halı, Tomris’in evinden gelen eski bir halıdır. Halıya antika değerinde bir ödeme yaparak satın alır. Halı sayesinde kazanılan parayla tüm masraflar fazlasıyla karşılanır ve dergi çıkmaya devam eder.

Tomris, üç şairin tek şiiri olarak bilinen Cemal Süreya’ya göre sahiplenilemez bir kadındır. Okuyan kadın sayısının az olduğu bir ülkede birçok dilde çeviri yapabilen öyküler yazan, editörlük yapan bir kadındır. Cemal Süreya’nın kadın tanımlarını değiştiren bu dişi kimlik, şiirlerini de değiştirmesine neden olmuştur. Şefkat ve hüzün anlatılan aşk şiirleri yerini Tomris’in üstü kapalı dişiliğini övdüğü şiirlere bırakır.

Tomris’in “Şahsiyet Rötarlı Sevgilim” diye tanımladığı Cemal Süreya, Tomrissiz bir faaliyet yapmaktan hoşlanmaz. Birliktelikleri boyunca daima iş ve evde sürekli birliktedirler. Tomris bir gün bu durumdan sıkıldığını söyler ve kendisinin dışında Cemal’in dostlarıyla vakit geçirmesini her zaman aynı saatte evde olmasına gerek olmadığını söyler. Cemal Süreya bu duruma içerlese de Tomris’in istediğini yapmak için her gün eve çeşitli saatlerde gelir. Gerçekten gecikmelerin nedeni Cemal’in arkadaşlarıyla olması değildir. Gerçekler bir akşam Tomris’in pencereden dışarıya bakmasıyla ortaya çıkar. Cemal Süreya evinin karşısındaki bir basamakta oturmuş kolundaki saati kontrol ederken Tomris’e yakalanır. Tomris’in istediğini yapmıştır ama yine Tomris’in dizinin dibinde saatini doldurmaya çalışıyordur. Tomris Cemal’i eve çağırır ve ona, “Şahsiyet rötarlı sevgilim,” der. Cemal Süreya’da cevaben; “Onursuzunum ben senin, daha nen olayım”?” dediğinde Tomris tarafından ayrılık kararı alınır. İlişkileri çekişmeli ve bol kavgalı hale dönüşür. İmalar, hakaretler aşk konuşmalarını silip atmıştır.

Tomris, Papirüs günlerinde aralarına katılan Turgut Uyar ile önceleri iş ile ilgili yakınlık kurar ancak zamanla aralarında gidip gelen mektuplar heyecana dönüşür. Cemal Süreya ile yolları ayrılmak üzeredir artık. Cemal Süraya Turgut’un gözlerinde yaşayan Tomris’i fark ettiğinde onu terk eder ve ne kadar pişman olsa da bir daha bir araya gelmezler. Tomris ve Turgut Uyar aşkı başlar. Cemal ise yeni hayatının başlangıcındadır.

Tomris fırtınasının ardından “Bayan Nihayet” olarak adlandırdığı Zühal Tekkanat ile tanışır ve evlenir. Bir oğulları olur. Kızı Ayçe için iyi bir baba olmadığını düşünen Cemal Süreya, oğlu Memo için iyi baba olma çabasındadır ancak Zühal Hanım ile fırtınalı kıskançlık dolu evlilikleri yürümez. Boşanırlar. Memo babasına düşmandır. Bir süre sonra bu ayrılık Memo’yu çok yaraladığı ve Zühal Hanım ile Cemal birbirlerini çok özlediği için yeniden bir araya gelmeleri ile son bulur. İkinci deneme de başarısızlıkla sonlanınca yeniden ayrılırlar. Çalkantılı aşk hayatının içinde sayısız önemli eser ortaya çıkar. Zühal Tekkanat hastalanır ve hastaneye yattığında Cemal Süreya acısından her gün için bir mektup yazıp Zühal Hanım’ın hastane odasındaki komodinine bırakır. 13 Günün Mektupları derlemesi de bu şekilde ortaya çıkmıştır. Aşkın tutkulu kısmı kıskançlıkla son bulduğu için bir kez daha birleşemezler ve Cemal Süreya, en sonunda huzura kavuştuğu harika bir aşkın içinde bulur kendini.

Bayan En Nihayet, Birsen Sağnak’ın sevgisi ve şefkati üzerine yağar. Huzurlu sevgi dolu bir yuvanın içinde yaşar. Birsen Hanım’ın çocukları ve torunlarıyla birlikte Kadıköy’de ölmeden önce yaşadığı son evindedir artık. Hayal ettiği büyük ailenin içinde yaşıyor olmanın mutluluğu sarmıştır.

Babasına düşman annesiyle zor anlaşan Memo’nun zor yıllarıdır. Yasadışı işlere bulaşan Memo, cezaevine girer. İyiden iyiye toplum için tehlikeli hale gelir. Cemal Süreya’yı derinden yaralayan bu duruma Birsen Hanım ilgisiz kalamaz ve yüreğinin de evinin de kapılarını cezaevinden henüz çıkan Memo ve annesi için açar. Birlikte yaşayabilmeleri için onlara fırsat tanır. Zühal Hanım, Memo’nun akıl sağlığı için Birsen Hanım’ın evine taşınır. Hepsi bir arada yaşarlar ancak Memo, sınırlarını bilmez. Babasına ait kitapları sahaflara satar ya da zarar verip kendi kitaplarını evin kütüphanesine yerleştirir. Evin içinde yaşayan herkesi yönetir hale gelmiştir. Cemal Süreya ile sürekli tartışırlar.

Birsen Hanım, bu tatsız durumlara daha fazla dayanamaz ve Cemal’i üzmemek için bir süreliğine kendi ailesinin yanına gidip onları yalnız bırakır. Memo, iyice kötülemiştir. Cemal Süreya’yı tartaklar hale gelir. Bir akşam, iyice zembereği boşalmış Memo, babasını öldüresiye döver ve evden kaçar.

Cemal Süreya kaldırıldığı hastanede olayın duygusal darbesi fiziksel acıdan daha ağır olduğu için şeker komasına girer ve hayatını kaybeder. Kıymetlisi, biricik oğlu Memo tarafından ölümün kucağına düşer ve sonsuz olur.

Cemal Süreya, hayatı ile ilgi merak edilenlere karşılık hep mizahi yaklaşımlarla anlatımda bulunur. Herkesin hayranlık duyduğu Cemal Süreya’nın gerçek hayatını yaşamak büyük kuvvet ister. Acılar, hüzünler, sürgün ve kaybedişler hatta derin kırgınlıklar, kızgınlıklar içinde gerçek bir başarı öyküsünün kahramanıdır Cemal Süreya.

Edebiyat dünyasına kitaplaşan “Üvercinka” eseriyle adım atan Cemal Süreya’nın “Göçebe” kitabı edebiyat çevrelerinde ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Üvercinka 1985’de Yeditepe Şiir Ödülü alır. Büyük gizli ve derin aşkın meyvesidir Üvercinka şiiri.  “Göçebe” eseri 1965-1966’da TDK Şiir Ödülü’ne hak kazanır. “Beni öp, sonra doğur beni” şiiri 1973’ e damgasını vurur. Ardından “Sevda Sözleri” geçmişin tüm acımasız eleştirilerini hafızalardan siler. “Sıcak Nal ve Güz Bitiği” 1988 Behçet Necatigil Şiir Ödülü kazanır. Sadece şiirleri ile iz bırakmaz.

1976’da ses getiren “ Şapkam Dolu Çiçekle” başlıklı yazısı, “Günübirlik”, Zühal Tekkanat’a yazdığı mektuplar “On Üç Günün Mektupları” başlığı altında toplanır. “99 Yüz, 999. Gün, Üstü Kalsın, Folklor Şiire Düşman, Uzat Saçlarını Frigya, Aydınlık Yazıları, Paçal, Oluşumda Cemal Süreya.”, “Papirüs’ten Yazılar”, “Güvercin Curnatası”, “Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi” yazıları değişik başlıklarla oldukça ilgi görür.

Aşkın lügati, aşk adamı Cemal Süreya, aşk günü doğdu ve sonsuz oldu.

Nazan Arısoy

Etiketler
Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu
Kapalı