Köşe Yazıları
MİAMİ’DE BAYRAM
Miami çok umduğum gibi çıkmadı. Ya da tam olarak ne ummuştum acaba? Dünyaca ünlü plajları ve okyanusun o serin sularında yüzmeyi galiba. O yüzden biraz hayal kırıklığına uğradım. Sanırım yanlış mevsimde gelmişim Miami’ye. Öncelikle aşırı bir sıcak vardı, bir de buna nem eklenince, pek bir dayanılmaz oluyordu. Genelde ilk gittiğim yerlerde ilk önce şehri keşf eder, sonra keyif kısmına geçerim. Ama bu inanılmaz sıcak beni plaja yönlendirdi hemen.
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Gördüğüm manzara karşısında şaşkına döndüm. Bembeyaz uçsuz bucaksız, geniş bir alana yayılmış kızgın kumları geçip okyanusa yaklaştığımda dona kaldım. Kapkara ve çok kirli görünüyordu. O kadar çok yosun vardı ki, kopmuşlar ve sahile vurmuşlardı. Hem görüntü olarak hiç hoş değildi, hem de girdiğimde vücuduma bu yosunların değeceği fikri ürkütücü idi. Yani dünyaca ünlü Miami plajları bana hiç güzel bir karşılama yapmamıştı. Bir iki fotoğraf çekip, sıcaktan bayılmamak için otelime geri döndüm. Kendime Miami şehir turu ayarladım. Önce üstü açık otobüsle, Miami Beach ve Miami Downtown (merkez) turu yaptık, daha sonra da tekne ile ünlülerin evlerini tanıtan turu. Çok ilginçti. Dünyaca ünlü bir çok aktörün, şarkıcının ve sporcunun evleri vardı. Dünyanın en pahalı evlerinin bulunduğu Fisher Adası da oldukça etkileyiciydi. Bu turlardan sonra kendimi sonunda Miami de hissettim. Miami gözüme girmeye başladı. Bir de tekne turunda iken Hard Rock Cafeyi görmem ve otobüsümüz kalkmadan koşup dünyanın her yerinden topladığım pinlerden almam tatilde olduğumu da hissettirdi.
Ertesi gün de Key West’e gittim. Çok güzeldi, ama onu haftaya anlatacağım. Neyse bir sonraki gün de kurban bayramıydı. Londra’da olduğumda pek bir anlamı olmuyor, sabahtan ailemi ve yakın arkadaşlarımı arayıp konuşmanın dışında; çalışıyor, sıradan bir gün gibi yaşıyorum bayramı. Ama Miami de, tatilde olunca birazcık garip oldum. Saat farkından dolayı bir de kutlamalara geceden başladım, Türkiye’de çoktan sabah olmuştu bile.
Pek bir planım da yoktu o gün. Sadece öğleden sonra Everglades National Parkına gidecektim. Doğal ortamlarında timsahları görmeyi umuyordum. Turum saat 3’te idi. O yüzden biraz erken çıktım otelimden ve plaja gitmeye karar verdim. Hava yine aşırı sıcaktı. Bir şansımı deneyeyim, belki az yosun vardır dedim. Aaa o da ne? Evet sabah erken olduğu için mi (erken dediysem de saat 11 falandı), yoksa bana bir kıyak geçip fikrimi değiştirmek mi istemişlerdi bilmiyorum, yosunlar yoklardı. Temizdi okyanus, pırıl pırıl. Sevinçle adımlarım hızlandı, denize doğru plajda ilerlerken Türkçe konuşma duydum. Normalde hiç yaptığım bir şey değil ama yalnız tatil yaptığım için mi, yoksa bayram olduğu için mi bilmem dayanamayıp merhaba dedim. İki genç adamdı, birisi ayrılmıştı içecek bir şeyler alacaktı sanırım. Ben de o esnada duymuştum zaten onları. Ayaküstü biraz muhabbet ettik ve sonra çocuğa dönüp, ben biraz yüzmek istiyorum, deniz çok kötüydü kaç gündür giremedim, bunu kaçırmak istemiyorum, eşyalarımı size bırakabilir miyim dedim bir çırpıda. Diyorum ya normalde yaptığım bir şey değil ama yurtdışında Türk görünce insan kendini yakın hissediyor genelde.
Deniz aynı Çeşmenin denizi gibiydi, git git derinleşmiyordu. Tek farkı biraz dalgalı oluşuydu. Ve de çok sıcaktı su. Ama ilk kez bugün rahat rahat yüzüp Miami plajının ve denizin tadını çıkarttım. Sonra geri döneyim dedim ama klasik nerden denize girdiğimi, çocukların nerede olduğunu kestiremedim bir an. Biraz dolanıp arandıktan sonra buldum çocukları. Boğaziçi Matematik mezunuydu ikisi de. Okuldan arkadaşlarmış. Benim merhaba dediğim Murat İstanbul’da, diğeri Şahin de NewYork’ta yaşıyormuş. Epey bir sohbet ettik. İyi, zeki ve temiz çocuklardı. Hemen kaynaştık. Hatta akşama buluşmak üzere sözleştik, numaralarımızı kaydettik ve ben timsahları görmek için turuma doğru yola çıktım. Söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama yine tarifsiz bir sıcak vardı. Klimalı otobüsümüze binip 1,5 saat gibi bir yolculuktan sonra Everglades National Parkına vardık. Air Boat dedikleri gürültülü, bataklıkta rahatlıkla ve hızla ilerleyen bir tekneydi. Uyarılar vardı, yeni ameliyat olduysanız, bel ya da sırt ağrınız varsa, yok başınız dönerse binmeyin diye. Ama hiç de öyle aşırı hızlı, sallantılı falan değildi. Binmeden önce gürültüyü birazcık azaltmak için kulak tıkaçları verdiler. Ben şapkamı çıkarayım uçmasın, saçımı toplayayım yakmasın derken tıkacı kaybettim. Neyseki gruptan birinde yedek varmış da bana verdi. Ve timsahları doğal ortamlarında görmek umudu ile yola çıktık. 2015 kışında da New Orleans’da bataklık turuna çıkmış ama görememiştik. Maalesef yine göremedik. Hava dediğim gibi çok sıcak olduğundan suyun altında oluyorlarmış gündüzleri. Gece çıkıyorlarmış ortaya. Haklı hayvanlar, serin sular varken güneşlenmeye gerek duymuyorlarmış. Zaten soğuk kanlı hayvanlar, güneş ile ne işleri var? Tur bitince koruma altına alınmış 1 dev gibi, bir orta boy iki timsahı gösterip, hikayelerini anlattılar. En son olarak da minik yavru timsahı sevdirdiler. 2018 kışında da Brezilya’ya gittiğimizde, Amazon’a gitmiştik ve oradaki yerel rehber, suyun içinden bundan daha büyük yavru bir timsahı alıp bize göstermiş, dokundurmuştu. Çok değişik bir duygu onlara dokunmak. İnsan timsah derisi ayakkabı giyenleri kınamadan edemiyor onlara dokununca.
Yani bu geziden sonra çıkarılacak ders, Miami’ye yazın hele de Temmuz ayında gelinmeyecek. Öncelikle aşırı sıcak ve tarif edilmez şekilde nemli bir hava var. Sonra deniz yosunları bu mevsimde ortaya çıkıyor ve bu dünyaca ünlü plajların her tarafını kaplıyor ve kirletiyor, ve de timsah görmek için tur yapıyorlar ama aslında görmeyeceğimizi biliyorlar. Miami’ye yazın gitmeyin derim. Neyse tur dönüşü bizim çocukları aradım ve birlikte bir şeyler içip, dondurma yedik ve bayram kutlaması yapmış olduk. Akşama da birlikte Miami merkezde bir bara gittik. Ortada kocaman bir halı, duvarda hayvan kafası iskeletleri ve halının bir ucundaki masanın üzerinde sistemini kurmuş bir DJ vardı. Barın bir tarafında dart oynayanlar, diğer tarafında da bilardo oynayanlar vardı. Ortam oldukça gürültülüydü. Ama müzikler güzeldi. Hatta yediğim hot dog’da böyle bir yer için oldukça güzeldi. Bayramda yalnız kalmamış, iki yeni arkadaş edinmiş oldum. Ertesi gün üçümüzün de Miami’deki son günü olduğundan nerdeyse tüm günümüzü plajda geçirdik. Bol bol yüzüp muhabbet ettik. Biraz fazla konuştum sanırım. Murat ilgiyle dinliyordu ama Şahin’e biraz fazla geliyordum galiba. Ama akşam birlikte bir şeyler içmeye gittiğimizde elinde purosu, içtikçe konuşkan biri haline gelen Şahin sohbetin başını çekiyordu. Ertesi gün erkenden Orlandoya gidecektim ama muhabbet o kadar tatlıydı ki bırakamadım, gece 1’e kadar devam etti. Böylelikle güzel bir bayram geçirmiş ve iki tane çok tatlı, zeki ve başarılı insanla tanışmış oldum. Miami’de bayram bir başka oldu.