kültür sanat

DİKİŞ MAKİNASI

Küçük evinde 4 kadın birlikte yaşamışlardı uzun bir süre. Kendisi, annesi, ninesi ve kız
kardeşi… Hal böyle olunca gelen gidenleri de hep kadın olmuştu. Meslek olarak da kadın
terziliğini seçince; evin durumu annesinin söylemi ile ” kadınlar kahvesi ” gibiydi.
Çevresini kadın duvarı ile örmesi belki de bilinçli bir tercihti. Gerçi bu durumu hiç kendi kendi
ile tartışmamıştı. Fırsatı da olmamıştı ki. Hayatının en sarsıcı dönemini atlatıp da tam anlamı
ile kendi külünden doğduğunda yatak döşek yattığı günler boyunca yaşamının kalan kısmının
hikayesini çoktan yazmıştı kafasında.

Onun hikayesi küçük bir Ege köyünde başladı. Tütüncü bir aileye doğmuştu hem de
yaşamayan 3 çocuktan sonra. Onun için de ”çok zayıf yaşamaz bu çocuk” demişlerdi ama
hayat , peşin peşin konuşanlara ders vermek konusunda çok başarılıydı. Her daim zayıftı ama
bağa bahçeye koşardı, ata binerdi, at arabasını sürerdi, erkek çocukları ile yarışırdı. Azıcık
büyüyüp de 7 yaşına geldiğinde bir kız kardeşi olmuştu. Densiz bir komşu, babasına kardeşi
olduğunun haberini verirken ”Gene kızın oldu Asannn ” deyince babası da bu densiz
komşuya ” Anacığım dünyaya gelmiş desene Aaşe Anım ” diye cevabı verivermişti. Böylece
kendine, döneme göre modern sayılan Nermin ismi verilirken kardeşcağızı ”Azime”
oluvermişti. Bebek Azime, anneleri tütüne gittiği için Nermin’e emanet edilmiş, Abla Nermin
evi derleyip toplamayı ocağa bir kap yemek koymayı ve kendinden başkalarıyla ilgilenmeyi 7
yaşında öğrenmişti. Çocuk yaşlarında öğrendiği bir şey daha vardı, sevdiği erkekler onu hep
bırakıp gidiyordu.

10 yaşına gelmişti ki ani bir rahatsızlık sonucu babasını kaybetti. O baba ki, kızını erkek çocuk
sahibi olan başka babaların taşıdığı gururla büyütmüştü. Yakın köylerde kurulan pazarlara
giderken at arabasında yanyana otururlar, yanlarında götürdükleri bazen yağ bazen zeytin
bazen kumaş ne varsa satıp gelirlerdi.

Baba Asan’ın vefatından sonra hayat, yoksulluk ceketini çok çabuk giydiriverdi sırtlarına.
Dedeleri, baba yokluğu yoksunluğu çekmesinler diye uğraştı didindi ama o damadı gibi
ticaretden anlamazdı. Toprağın dilinden anlar ne ekip biçeğini bilir ama haddini bilmeyen
alıcıyı kovuverirdi. Nabza göre şerbet vermek şöyle dursun, akşam oturmasına gelen
komşularına saat biraz geç olunca ” Siz eve gidince napcanız Reffika kızcem ?” diye sorar, ‘
Naapcaz Rahim Ağa , yatıp uyuycaz ” cevabını alınca da ” e siz gidince biz de uyuyacaz be
kızım ‘ deyiverirdi. Konu komşu Rahim Ağa’nin bu sözlerine alışmış hatta onun bu hoş
serzenişlerine yeni söylemler bile geliştirmişlerdi. Tekrar aynı durum söz konusunda olunca
Refika kızan ” biz eve gidince de oturcaz Rahim Ağa” deyivermiş , dedesi de ”’ooooo
maşallah maaşallah , biz de oturcez , o zaman ep birlikte otuverelim kızancıklarla’ demişti.
Dedesi bildiğinden şaşmadı, kimseye eğilip bükülmedi, onları aç açıkta koymamak için çok
didindi ama hayat onu bilmediği konulardan sınıyordu. Borç harç birikti, tarla bağ bahçe
borca gitti. Bir tek hanaylı evleri kaldı. Rahim Ağa , üzüntü ile kara sarılık oldu ve bir hafta
içinde 4 kadını birbirine emanet edip gidiverdi. Nermin, az da olsa baba dede sevgisi şevkati
1
görmüştü ama Azime 3 yaşında babasını 5 yaşında dedesini kaybetmiş, kadınlarla korunan
bir kalede bulmuştu kendini.
Evin erkeklerinin kaybından sonra annesi Nazile, tütün işçisi olarak tarlalarda çalışmaya
başladı. Nermin okul tatil olunca annesine yardım etti. Yaz boyunca hep siyahti elleri ,
rengini unuttu ellerinin. Kadınlar hep beraber tütünün başına otururlar hem upuzun sırıklara
tütün yapraklarını dizerler hem de türküler söylerlerdi. Nermin de ince ve dokunaklı sesi ile
mırıldanırdı. Eski plaklardaki kadınlar gibiydi sesi.
O dönemler, köy okullarının en verimli zamanıydı. Akşam Sanat okulları , Sanat ensitütüleri
açılıyordu ardı ardına. Bilinçli ,üreten, öğrenen ve öğreten bir toplum için tüm ışıklar
açılıyordu. Her yer aydınlatılıyordu. Kasabada açılacak olan Pratik Kız Sanat okulu Nermin için
yanan ve yolunu her zaman aydınlatacak bir ışık oldu. Zor ikna etti annesini ” E be kızanım
makinamız yok nasıl dikeceksin dikişceğizlerini, paramız mı var ki alalım, hadi onu aldık,
kumaşı nerden buluvereyim ben sana be evlatcım”
Bileğindeki dede hatırası incecik bileziğini bozdururdu çocuk Nermin büyümüş aklıyla, gerçek
altın bileziği o anda koluna taktığını ve 35 yıl boyunca da hiç çıkarmayacağını bilmiyordu
henüz. Kumaş sorununu da özgüveni ve pratik zekası ile çözüverdi. Kasabanın varlıklı ailerine
gidip ” Siz bana kumaş alıp verin ben sizin çocuklarınızın bayramlıklarını dikeyim” dedi.
Yardımlaşmanın ibadet görüldüğü zamanlardı, hem çocukları için bayramlık kumaşlarını
aldılar hem de okulda kullanması için gerekli kumaşları temin ettiler. Diktikleri beğeni alınca
okuldaki öğretmenlerinin de dikkatini çekti. Onun üzerine daha çok eğildiler, defilelerde
çıkacak kıyafetleri onun diktilerinden seçtiler.
Ve serpildi, büyüdü, büyüdükçe çok zarif, narin ve hülyalı bir genç kız oldu Nermin.
Kız arkadaşları ile okula güle oynaya gidip gelirken hep önünden geçtikleri kahvehane o güne
kadar hiç dikkatini çekmemişken, o gün kahvede çay dağıtan güzel bir yüz , geçip gittikten
sonra dönüp bakmasına neden oldu. Bilmezdi o gün kalbinde yanan o ateşin onu küllerinden
doğdurtacak kadar şiddetli olacağını.
Kahveci güzeli Fikret, her akşam iş çıkışı evlerinin önünden ıslıkla bir türkü çalarak geçer,
Nermin perdeyi bile açamadan pencerenin ardında nefes nefese kalırdı. 16 yaşın heyecanı ile
tüm damarlarından aşk akıyordu.
Fikret 20 yaşındaydı, ailesi ile İstanbul’dan gelmişti. Babası devler memuru idi ve Ege’de
yaşamayı istediği için bu küçük kasabadaki memuriyeti kabul etmişti. Kasabanın bildiği buydu
ama Nermin’in de kasabanın da bilmediği, çok sonra onu kavurup kül edecek bir gerçeğin
varlığıydı.
Film artisleri gibiydi Fikret, boyu posu bir yana, Tanrı’nın eli yüz hatlarını çizerken oldukça
cömert davranmıştı ona. Kızlar için söylenebilecek yay gibi kaşlar ok gibi kirpikler onun
yüzünde anlam kazanmıştı sanki. İyi bir ailedendi, okumuş çocuktu, çok daha iyi bir eğitim
alabilirdi isteseydi. Ama çapkındı. Renkli bir hayatda başrol oynamak istiyodu. Onun hayatı
siyah beyaz bir film olamazdı. Birçok kadın tanımıştı kısacık sürede ama Ayla bir başkaydı.
2
Çok havaiydi, asiydi, ondan daha renkli bir hayat yaşıyordu. Aşık oldu Ayla’ya. Birlikte
rengarenk bir yaşamları olurdu onların. Ailesine konuyu açıp kime aşık olduğunu
söylediğinde hiç beklemediği bir tepki aldı. İki cihan bir araya gelse 3 nişanlıdan ayrılmış bir
kızla evlenmesine asla musade etmeyeceklerdi. Babası derhal tayin istemiş ve tabiri caizse
Fikret’in hoplayıp zıplayamayacağı bir kasaba seçmişti. Küçük yerdi, aldığı nefesden haberi
olurdu. Kalbindeki kırıklarla kasabaya gelen Fikret, boyalı bebeklere benzeyen İstanbul’daki
kızlardan sonra Nermin’deki siyah beyaz güzelliğe vuruldu. Pencerenin arkasından bile
bakmaya utanan, taş plaktan gelen derin ve hoş bir seda gibiydi Nermin. Kendi ailesini çok
kolay ikna etti Nermin’i istetmeye. Aile daha 16 sındaki gelin adayı için aracılar gönderdi
hemen. Ama Nazile’yi ikna etmek kolay değildi bu sefer de.
Anne Nazile, 14 yaşında evlenmişti. Görücüler geldiğinde sokakta ip atlıyordu. Anne babası
önce razı gelmeselerde Hasan tatlı dili ile onları ikna etmiş, kendi anne babası hayatta
olmadığı için evlerine iç güveysi olarak gelmeyi bile göze almıştı, yeter ki Nazile’yi versinlerdi
ona. 15 yaş büyüktü Hasan Nazile’den, ilk gördüğünde korkmuştu üstelik. Ufacık tefecik
Nazile’nin yanında 1.90 lık Hasan dev gibiydi. Çizmeleri Nazilen’nin boyu kadardı. Hasan ikna
konuşmalarının birinde ”İki gözcağizimin nurudur Nazile ”demişti. O zaman titremişti işte
Nazile’nin kalpcağzı. Dev gibi bir adamdı ama yumuşacık bir kalbi vardı kocasının. Yine de hiç
kolay olmamıştı. 3 çocuğa mal olmuştu genç yaşındaki evlilik . İlk çocuğunu doğurduğunda,
küçücük gögüslerinden utandığı için emzirememişti bebeği. Bile bile ölüme göndermişti
doğurduğuna bile inanamadığı o küçük varlığı. Diğeri dünyaya gelmekten vazgeçmişti, 3.
doğmuş ama bir yaşına gelmeden hastalıktan ölmüştü. Belki de hiç birinde hazır değildi anne
olmaya taa Nermin’i doğurana kadar. Onu isteyerek taşımış isteyerek dünyaya getirmiş,
anne göğsü gibi olan memelerinden utanmadan emzirmişti onu. Ama kendi kendine söz
vermişti aklı başına ermeden, reşit olmadan evlenmesine izin vermeyecekti. Büyük
konuşmuştu işte, kızı geçmiş karşısına ‘seviyorum ben Fikter’i ‘ diyordu. Nesini seviyordu ,
yanyana gelip iki çift laf etmemişlerdi. Bırak laf etmeyi aynı ortamda bile olmamışlardı.
Söylenti vardı kasabada, bu Fikret çapgınmış, ilçeye bara saza gidermiş fırsat buldukça, hem
güzel adamdan kime hayır gelmiş ki sana gelsin a benim güzel kızcem.
”Olmaz!” dedi Nermin, ”başkası ile ölsem evlenmem! Ne söylerlerse söylesinler, Fikret’in
karısı ben olucam. 3 günlük karısı olayım yeter ki Fikret’in karısı olayım.”
Tuttu Nermin’in dileği. 17 yaşında Fikret’in karısı oldu. Önce Fikret’in evlerine yerleştiler. Kısa
bir zaman sonra Fikret ”Hadi gel İzmir’e yerleşelim” dedi. Nereye gel dese giderdi Nermin.
Gitti de. Kendi evi oldu, kocası ile başbaşa kalacağı zamanlar olacaktı artık. Nermin kendi
başıyla kaldı oysa, Fikret genelde geç geliyor erken çıkıyor, kahvede çalışmaya gidiyordu.
Kasaba gibi değildi İzmir, Nermin kimden sorsun Fikret’i? Nerede çalışıyor bilmez, geç kaldığı
zamanlar merak eder, aramaya çıkamaz….Nazile hissetti Nermin’in sıkıntıda olduğunu.
Sadece 17 yaş vardı aralarında. Aynı anda büyümüş gibiydiler ve anne yüreği her zaman
anlardı birşeylerin yolunda olmadığını.
İzmir’e taşınıp 3 katlı bir bina inşa eden uzak akrabası Nazile’yi ziyarete geldiğinde ‘ Abla gel
İzmir’e , bak Azime’de büyüyor orada gitsin okula, kadın başınıza kalmayın burada.Evin alt
katı sizin ölene kadar oturun 5 kuruş istemem senden. Kimsecikler kalmadı memleketden
3
burada . Hep beraber oluruz İzmir’de ne pişirisek birlikte yeriz ne kazanırsam birlikte
harcarız. Hem Nermin’in de yakınında olursun. Kız evladını tek başına bırakmak olmaz evli de
olsa çoluğa çocuğa da karışşa elin sırtında olur’
İkna oldu Nazile, iyi ki de oldu. İzmir’e yerleşir yerleşmez anladı Nermin’in evinde yolunda
gitmeyen bir şeyler olduğunu. Evliliklerinin üzerinden 3 yıl geçti geçecekti çocukları
olmamıştı henüz. Zaten zayıf olan Nermin’in avurtları çökmüş, gözleri çukuruna kaçmıştı.
Soracak oldu bir kaç kez susuturdu Nermin. Her zamanki gibi abartıyordu annesi.
Sonra , bir sabah namaza kalktı ki kapı küt küt vuruldu. Kapıyı açtığında neredeyse kucağına
yığılıverecekti Nermin. Ufacık Nazile uzun boylu Nermin’i kaptığı gibi koltuğa yatırdı.
Başındaki eşarbı çıkarınca darmadağın saçlarını gördü. ‘Fikret yok anne ‘dedi Nermin. Sonra
bayıldı.
3 gündür eve gelmemişti Fikret . Sabah çıkarken geç kalırım merak etme beni demişti ama 3
gün olmuştu. Ara sıra eşli olarak görüştükleri bir arkadaşı vardı Fikret’in. Nermin, bankada
çalıştığını bildiği arkadaşının şubesini sora sora bulmuş ona Fikret’i sormuştu. ‘Sen eve git
ben öğrenince sana haber vericem ‘demişti ama ondan da bir haber gelmemişti henüz. Kötü
haber ne kadar tez gelir ? 3 gün mü 5 gün mü ? kaç gün sonra bilmiyordu ama sonunda
gelmişti. Eve gelen haberci, Fikret’in İstanbul’a gittiğini, sevip de evlenemediği Ayla’yı alıp
birlikte kaçtıklarını söylediğinde, Nermin yer ile gök arasında bir yerdeydi. Sonrası 40 gün
süren bir yas. Bir yudum su bir lokma ekmek ile ölmek ile yaşamak arasındaki gidiş geliş.
Ölüme yatmak gibi bir uyku….


4 kadındılar. Sırtları birbirine dönük,kare olmuşlar, elleri havada, evin çatısını tutuyorlar.
Yoruldum ben, diyor Nermin. Tutamam daha fazla. Zeynep nine ‘acık daha kızancım az kaldı,
gelcek ustalar şimdi’ diyor. Annesi, ‘Sakın ha Nermin’im,hepimiz altında kalırız. ‘diyor.
Rüyasında mı söylüyorlar, gerçekten biri mi konuşuyor başında ayırt edemiyor ama bir erkek
sesi diyor ki ” Olan oldu değiştirebileceğin bir şey yok. Acını doya doya yaşadın ses etmedik.
Peygamberimiz bile 3 gün vermiş bize yas tutmak için. Yaşandı bitti. Alcaklarını al cebine koy
ve yeniden başla. Kendinle birlikte bu 3 kadını da perişan eyleme. Var olacaksanız hep
birlikte varsınız yoksa hepiniz teker teker yıkılırsınız.’
Bundan sonraydı Nermin’in yeniden doğuşu. Tam anlamıyla silkinerek uyandı. 3 gün için
ettiği dua 3 yıl sürmüş 20 yaşında yeniden sarılmıştı yaşama. Kolunda altın bileziği arkasında
dağ gibi duran iki kadın. O günden sonra, bir her yaştan kadının bir de dikiş makinasının sesi
hiç eksik olmadı evlerinden. Adı anılır bir terzi oldu Nermin. Uzak mahallelerden geldi
müşterileri. Kurban bayramı için elbise diktirmek isteyen Ramazan ayından sıraya girmek
zorundaydı. Mahallenin genç kızları çıraklık yaptılar ona. Nermin Abla’nın evi mahallenin
pratik kız sanat okulu gibi olmuştu. Kasabanın ileri gelenlerinin ona verdiği desteği o da
etrafındaki genç kızlara verdi. Mutfakta çay hiç eksik olmadı bir de radyonun sesi hiç
kapanmadı. Kızlar, şarkılardan fal tuttu. Nermin’in şansına, söylerken sesinin titrediği,
sonunu hiç getiremediği şarkı çıktı. Kızlar hep bir ağızdan söylerken onun gözyaşları
dikmekte olduğu bayramlığa damlıyordu
4
” SEVEMEDİM KARA GÖZLÜM SENİ DOYUNCA…….”
Not: Nermin, 35 yıllık terzilik hayatında ilk ve tek gelinliği kendisi için dikmişti. Bir daha
kimseye gelinlik dikmedi.

Burcu Gündoğ

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu
Kapalı