Farklı Kimliklere Hayat Veren Bir Yazar
Gazeteci Yazar Nurten Ertul, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Mezunu. Aynı üniversitede Sosyoloji eğitimi alıyor. Çeşitli gazete ve dergilerde muhabirlik ile editörlük yaptı. İlk romanı 2006 yılında yayınlanan Elveda Kapadokya(Kimlik) Türkiye’nin kendi alanında yazılan ilk Karamanlı romanı kabul ediliyor. 2009 yılında yazılan Beyaz Zambak Balkanlar ile Boşnaklarla ilgili bilinen pek çok tabuları yıkıyor. 2011 yılında yayınlanan Miras adlı romanda ise İstanbul’da yaşayan gayrimüslimler ile Müslüman Türklerin hayatlarına farklı bir bakış getiriyor. Son romanı Karamanoğlu Beyi Nure Sofi Geçmişten Sırlarıyla Geldi adıyla 2019’da yayınlandı. Bu romanda Türkleri temsil eden Karamanoğulları ile rakipleri Osmanoğulları arasında süren rekabatin günümüze kadar devam ettiği anlatılıyor.
Ege Time’ın kültür sanat sayfasının bu ay ki konuğu farklı kimliklere sıra dışı bir kurguyla can veren Gazeteci Yazar Nurten Ertul. O Türkiye’nin tabusu kabul edilen Karamanlılar, Hıristiyan Türkler, Karamanoğulları, Boşnaklar, İstanbullular gibi farklı etnik kimlikleri belgesel tarzda hazırladığı romanlarıyla geçmişten bugüne başarıyla taşıyabilen az sayıdaki edebiyatçıdan biri.
Kendisine herkesin çok merak ettiği etnik kimliğinden tutun da romanlarını nasıl hazırladığına değin bir dizi cesur sorular yönelttik. Kendisinin de cesur sorularımıza verdiği samimi cevaplarla sizleri baş başa bırakıyoruz:
-İzmirliler sizi tanımıyor. Ancak “Elveda Kapadokya(Kimlik)” adıyla yazdığınız ilk romanınız İzmir’de de meşhur oldu. Sizi, etnik kimlikleri konu alan romanlar yazmaya teşvik eden nedenleri anlatabilir misiniz?
Haklısınız, ilk yazdığım romanım benden daha çok tanınıyor. İzmir, yüzü batılı değerlere dönük Atatürk’ün Türkiyesi imajını başarıyla yaşatan bir kentimiz. Bu özelliğiyle de takdir ediyorum. Milli ve ulusal kimlik bilinci yüksek kitlenin yaşadığı kentlerden olması sebebiyle benim gibi çok fazla vitrine çıkmaktan hoşlanmayan bir yazarın eserlerini yakından takip etmelerine şaşırmadım. Şimdi gelelim sorunuza: Türkiye 2002 yılından bu yana ciddi bir kabuk değişim sürecine girdi. O güne değin baskılanan kimlikler özellikle gün yüzüne çıkartıldılar. Ben de çok iyi bildiğim bir kimlik olan Kapadokya’da yaşayan Hıristiyanlar ile Hıristiyan Türkler olarak bilinen Karamanlıların öyküsünü ilk defa Türk edebiyatında roman haline getirdim. Kültürü, tarihi, refleksleri ve psikolojilerini iyi bildiğim bu kimliği ben yazmasaydım başkaları yazacaktı. Belki de bizler başka ülkelerin yazarlarının gözünden kendi toprağımızın yarattığı farklı kimlikleri ve kültürleri okuyacak, başkalarının gözüyle kendimize bakacaktık. Ben tamamen coğrafyanın yerlisi olarak olaylara bakıyorum ve bu bakış açısıyla yazıyorum. Coğrafyamız etnik kimlikler açısından oldukça zengin. Bu yüzden önce konuları bizlerin bilmesi gerektiğini düşündüğüm için etnik kimlikleri romanlaştırmaya başladım. Gazeteci olmamın da etkisiyle belgesel tekniklere göre romanlarımı hazırladım.
-Bizlere yazdığınız etnik kimlik romanları ile sizde bıraktığı izleri anlatabilir misiniz? En çok hangi romandan nasıl etkilendiniz yazar olarak?
2006 yılında “Elveda Kapadokya (Kimlik)” romanını yazdım. Bu Türkiye’nin cumhuriyet sonrasında yazılan ilk Karamanlılarla ilgili edebi eseri oldu. Roman 1821 yılında başlıyor. Kapadokya’nın bir köyünde, tamamen sıradan insanlar arasında geçiyor. Aynı zamanda İstanbul’da hiçbir feodal ilişkisi olmayan, kimlik bilinci de gelişmemiş kentli Kapadokyalıların bugününe odaklanıyor. Ne yazık ki hayalle kurgulanan bu roman çok gerçekçi bulundu. Ardından da Karamanlılar ile neredeyse aynı süreçleri farklı kültürlerde ve farklı coğrafyalarda yaşayan Balkanlılara odaklandım. Balkanlıları da “Beyaz Zambak” adıyla Boşnakların gözüyle yazdım. Beyaz Zambak aynı zamanda Boşnakların tarihten gelen Bogomil oldukları dönemlerdeki sembolleri. Kendi alanında kurgusal bütünlüğü başarılı bir şekilde kullandığım için dikkat çekti. Üçüncü romanım “Miras”, İstanbulluları anlatıyor. Kaybolmaya yüz tutmuş bir kültürün temsilcilerinin geçmişten bugüne hayatlarını gözler önüne seriyor. Beni en çok etkileyen ve yaşadığım her yerde romanımın kahramanlarını aradığım bir çalışma oldu. Miras’da İstanbullu Rumlar, Ermeniler, Museviler ile Türkler ana konu. Aynı zamanda cumhuriyetten sonra da yaşanan ve etkisi her zaman canlı tutulan Varlık Vergisi, Kıbrıs konusu, 6-7 Eylül olayları merkezde. Bütün bunların sonunda da artık kendimi Türkiye tarihinin özellikle üzeri örtülen bir konusunu, Karamanoğullarını yazmaya hazır hissettim. Yıllarca süren araştırmaların sonunda bir takım kapılar aralandı. Bilgilere güçlükle de olsa ulaşabildim. Sonunda artık kendi düşünce dünyamda bir dönemi kapatan ve benim de özellikle atalarıma saygı anlamında üzerimde yük gibi gördüğüm bu konuyu “Karamanoğlu Beyi Nure Sofi Geçmişten Sırlarıyla Geldi” adıyla edebiyatımızın ilki olarak yazdım. Son romanımın ardından büyük bir iç huzuru hissettim. Gelin görün ki benim iç huzurum olan roman, okuyan herkesi silkeledi, “bilmediğimiz neler varmış” dedirtti. Yazarken okuyucunun kendi tarihine bu kadar yabancılaşabileceğini ve Türk kimliğini temel alan bir konudan sarsılabileceğini hiç tahmin etmemiştim. Halkımızın 2000’lerden sonra kendi kimliğinden uzaklaşabileceğini ne yazık ki bu romandan sonra gözlemleyebildim.
KADIN YAZARLAR ERKEK KARAKTERİ YARATABİLİR Mİ?
-Bütün romanlarınızın kahramanı kadın değil mi? Bir kadın yazar olarak her okuyanın kendinden çok şeyler bulduğu romanlarınızda geçen güncel konuları yaşıyor musunuz? Yazarken neler hissediyorsunuz?
Özellikle ilk üç romanımın ana kahramanlarını kadın olarak seçtim. Üç farklı konu, üç farklı kadın karakter. Kadın karakterlerini de konuyla ve etnik kimliklerinin tarihsel, sosyolojik ve psikolojik olarak geçirdikleri süreçlerle ilgili kurgulamaya dikkat ettim. Şu bir gerçek ki tarihte yaşanan her olayda aile üyelerimizin yer alması mümkün değil. Yazdıklarımızı yaşamamız da beklenemez. Zaten başarı yazarın her romanda kendini anlatması değildir. Yazdıklarının içinde kaybolmasıdır. Okuyucunun romanlarda kendini bulmasıdır. Hatta kurgu ve gerçek tarihi olaylar arasında geçen konularda taraf olmaları da beni mutlu ediyor. İlk olarak konuların tarihi geçmişini çok iyi inceliyorum. Ardından da o tarihi süreçte yaşayanların bugünkü temsilcilerini gözlemliyorum. Kolay olduğu için ilk üç romanımda kadın kahramanlar yarattım. Kadınların fiziki görünümleri ile kişiliklerini de gözlemlediğim modellere uygun yaratmaya çalışıyorum. Bunun için de davranışçı uzmanlardan gerekirse yardım alıyorum.
-Nasıl yani? Davranışçılardan roman karakterlerini oluştururken psikolojik destek mi alıyorsunuz?
Evet. Psikolog ve davranışçı uzmanlardan oluşan bir dost çevrem var. Karakterleri oluştururken uzun uzun tartışırız. Ya da karakterlerin olaylar karşısında nasıl davranacağını tahmin ederiz. Romanların bu kadar gerçeğe yakın olmasının nedeni dostlarımdan oluşan uzman ekip desteğidir. İlk defa size itiraf ediyorum.
– “Karamanoğlu Beyi Nure Sofi Geçmişten Sırlarıyla Geldi” tamamen erkek karakterlerden oluşuyor?
Çok keyifle yazdığım son romanım “Karamanoğlu Beyi Nure Sofi”dir. Haklısınız. Kahramanı da erkek yaptım. Bir itiraf daha. Bir kadın yazar olarak bir erkek karakteri yaratırken oldukça zorlandım. Dostlarımdan kadın ve erek davranış kalıplarını karıştırdığım için uyarılar aldım. Nure Sofi’nin olaylar karşısında nasıl davranacağını, karakterini ve konumu gereği atacağı adımları çok düşünerek yazdım. Bir süre sonra artık karakter oturmaya başladı. İlk başlardaki zorluk yerini, erkek davranışlarının daha sade ve düz olmasının verdiği rahatlığa bıraktı. Bu yüzden kadın karakter yerine erkek karakter yaratmanın daha kolay olduğunu da edebiyatta “Karamanoğlu Beyi Nure Sofi” romanında görmüş oldum. Kadınlar hayata daha karmaşık bakarken, erkeklerin daha düz ve net olması yazar olarak işimi de kolaylaştırdı. Bundan sonra yine erkek karakter yazar mıyım bilemiyorum? Ben hayata tek pencereden bakmam. Doğada kadın ve erkek birbirini tamamlar. Romanlarımda bu dengeye göre hareket ederim.
“KRİPTO (GİZLİ) DEĞİLİM!..”
-O halde bizlere de kendi tarihimizi keyifle anlatan romanları okumak düşüyor. Son sorumuz sizin etnik roman yazmanızdan dolayı kimliğinizin çok merak edilmesidir. Peki, siz kimsiniz?
Etnik kimlikler başka ülkelerde de bizdeki kadar çok tartışılıyor mu bilemiyorum. Belki çok okumadığımız için gerçek tarihimizi bilemeyebiliyoruz. Ülkemizi karıştırmak isteyenlerin bize dair gördükleri en zayıf noktamız bu konu kabul ediliyor. Bu yüzden kişilerin kimlikleriyle ilgili yapılan tartışmaları çok iyi niyetli ve doğru bulmuyorum. Türkiye vatandaşı olmak, Atatürk gibi bir lidere saygı duymak önemlidir. Fakat kimliğimi merak ettiniz anlatayım:
Ailem, Anadolu’ya Roma döneminde gelen Oğuz Türklerinden. Türk kökenli Romalı olduğumuz doğrudur. Ailenin bir kısmı önce Karaman’a ardından da Kapadokya’ya yerleşmiştir. Bir tarafımız Karamanoğulları’na uzanır. Oğuz Türkleri olarak Anadolu’ya gelen aile büyüklerimizin bu süre içinde hangi kadim kimliklerle karıştığını bilmemiz mümkün olmadığı gibi önemli de değil. Kısaca ben kripto (gizli) hristiyan veya kripto musevi değilim. Olsaydım bunu da hiç korkmadan itiraf ederdim. Büyük dedem ya da büyük annem Ermeni veya Yunan kökenli değil. 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan mübadele sırasında Kapadokya’da ailemden kalan ya da giden yoktur. Ayrıca aile büyüklerimiz Ermeni, Yunan ya da Latin veya Musevi kökenli olabilirdi. Bu bizi rahatsız etmezdi. Tam tersi kültürel ve genetik zenginliğimiz olarak görürdük. Asla gizlemezdik. Bugün kayıtlara göre ulaşabildiğimiz gerçeğimiz budur. Anadolu tarih boyunca insanlığın yaşadığı ve kültür yarattığı bir bölge. Burada genetik araştırmalarla kimlik tespiti yapmaya çalışmak da hayalden öteye götürmez halkları. Önemli olan kendimizi bütün olarak kabul etmek ve geçmişimizle barışmaktır. Kendimizi ya da karşımızdakileri farklı kimliklere mensup olmakla suçlamak ya da sorgulamak bize bir şey kazandırmaz. Tam tersi modern ve medeni dünyanın dışına iter. Bunlar 2000’li yıllara değin entelektüellerin tartıştığı konulardı. Sosyal medyanın da etkisiyle çok fazla halka indi, popüler kültüre dönüştü. Bu yüzden özellikle halkımızın da dışarıdan yönetilen algı yaratmaya yönelik operasyonlara karşı dikkatli ve bilinçli olması gerekiyor.
-Teşekkür ediyoruz.
RÖPORTAJ : TANER GÜNAY